Seçimler yaklaşırken, asrın felaketi diye nitelediğimiz büyük depreme rağmen, siyasi tansiyonun yükseleceği daha depremin ilk günü yapılan açıklamalardan anlaşılıyordu. Tansiyon yükseldi ancak alışılageldiği gibi iktidarla muhalefet arasında değil, muhalefet kendi içinde, “keskin sirke küpüne zarar” misali kavgaya tutuştu. Vardır bir hayırlısı deyip biz kendi gündemimize dönelim.
Bugünlerde depremle beraber çok daha ağır iş yükü üzerlerine yüklenen her kademedeki eğitim yöneticilerine kulak vermeye, diğer yandan da yöneticileri değersizleştiren işleyişi irdelemeye ihtiyaç var diye düşünüyorum.
Deprem öncesinde yöneticilerimizin iki önemli gündemi vardı: Ücretlerdeki dengesizlik ve yönetmelik değişikliği. Her fırsatta dile getirdiğimiz ilkemizi yine hatırlatalım; hiyerarşiye uygun, adil bir gelir sistemi acilen kurulmalıdır. Maaş, ek ders, uzman/başöğretmen vs. her ne ise dikkate alınarak, akla ziyan mevcut gelir tablosu bir an önce düzeltilmelidir.
Zor zamanlarda önemli görevlerde bulunan, FETÖ ile mücadelede risk alan, bedel ödeyen, yerine göre yargılanan bugünün araştırmacı ve uzmanlarının, göreve yeni başlayan memur maaşına talim ettirilmelerine son verilmelidir. Muhalefetin, terör zanlılarına bile sahip çıktığı, belediyelerinde iş verdiği bir dönemde hem görevden alınmak hem de ekonomik olarak cezalandırılmak nasıl bir travmadır?
Uzman ve başöğretmen yapılmayan, ek ders alamayan, “okul müdürlerinden daha düşük maaş alıyoruz” diyen şube müdürleri ve ilçe milli eğitim müdürleri ise durumlarını kısık sesle duyurmaya çalışıyorlar. Bu durum eşyanın tabiatına aykırı bir durum değil midir?
Gelelim okul yöneticilerinin yönetmelik değişikliği talebine; yardım kampanyalarında, projelerde, çadırlarda hulasa planlanan her türlü iş ve işlemde, kapısı ilk çalınan okul müdür ve müdür yardımcılarını, Ziya Selçuk döneminin ucube yönetmeliğine neden mecbur ediyoruz? Yarım saatte hazırlanacak yeni puanlama ölçeği ek 1 ve tercihe bağlı aynı okulda üçüncü dört yıl hakkı vermek çok mu zor?
Ülkemiz eğitim yönetimi; bir taraftan eğitimcinin yükünü artırırken diğer taraftan yöneticiyi inanılmaz şekilde değersizleştiren bir mekanizmaya dönüştü ne yazık ki. Yukarıda özetlemeye çalıştığım çarpık ödeme sistemi başta olmak üzere, atama biçiminden üst yöneticilerin çalışma şekline kadar bütün işleyiş bir dizi yanlışlar içinde.
Son yıllarda eğitim yöneticileri, kralların kölelerini cezalandırdığı gibi tamamen keyfi tasarruflarla çeşitli görevlere atanıyor veya görevden alınabiliyorlar. Ortada bir ölçü, bir ayar olmayınca kim nasıl atandı, neden hemen alındı kimse bir şey anlayamıyor. Bir gün sınıftan çıkıp ertesi gün şube müdürü koltuğuna oturan öğretmenimizin de bir ay içinde üç kere ataması yapılan ve bir anda kendini havuzda bulan il müdürümüzün de başı dönüyor.
Bir kurumda ücret sistemi böylesine çarpık ve atama sistemi böylesine keyfi ise orada yöneticiler değersiz ve mutsuz olurlar. Kendilerini güvende hissetmezler, iş verimleri düşer. Yükselme hırsı olan bazı işgüzar yöneticiler, rol çalarlar, alttakileri ezerler, üsttekilere yaranmaya çalışırlar, eğitime katkı sunamaz hale gelirler. Bu durum en çok da salgın ve deprem gibi olağanüstü zamanlarda kendini gösterir. Bu girdap, kısa sürede kurumları da kişileri de bitirir.
Ücret sistemi düzeltilmeli, yönetmelik değiştirtilmeli, bir makama en yakın alt makamdan, kabul edilebilir bir sistemle atama yapılmalı, üst düzey atamalar aceleye getirilmemeli, şaibeli kişiler atanmamalıdır. Öğretmen ve eğitim yöneticisinin saygınlığı korunmalıdır.