"Suriyeli mülteciler, ülkemizde yan gelip yatarken, Türk askeri Suriye'de şehit düşüyor" söylemi, toplumun çok değişik kesimlerince kullanılır olmaya başladı.
İki nedenle yanlış bir ifade bu:
Birincisi, Türk Askeri, Suriye'de Suriyeliler için bulunmuyor, orada Türkiye'nin güvenliğini temin etmek için bulunuyor. Bunun için IŞİD’i doğrudan, PYD’yi dolaylı olarak hedef alıyor, Ordumuz. Ordumuzun başarısı, arazideki hastalıklı dokuyu temizlemesi münasebetiyle bütün Suriyeliler için yararlı sonuçlar doğuruyor.
İkincisi, Türkiye'de yattığı iddia edilen Suriyeliler, asker değildir, sanıldığının aksine doğuştan asker hiç değildir. Silah kullanmayı, savaşmayı, stratejiyi, taktiği bilmez, sıradan insanlar. Bunlardan eğitim vermek suretiyle asker yapılanlar mevcuttur ve bu ‘asker imal faaliyeti’, halihazırda devam da etmektedir. Isparta ve Kayseri'de askeri eğitim alan bu Suriyeliler, ÖSO denilen yapının insan kaynağı havuzuna katılmaktadırlar.
Saldırı, tecavüz, insan (yakın akraba) ve ciddi mal kayıpları vb.nin etkisi sonucu travmaya uğramış, psikolojisi bozulmuş, sorumluluk (çoluk çocuk) sahibi bir halkın, üzerinden travmanın etkilerini atmadan toplumumuzla uyumlu ve verimli bir işbirliği içine girmesini bekleyenler, acele etmekte ve mağdurlarla empati ilişkisi geliştirememektedirler. Bu empati engelinin aşılması kolay da değildir. Ancak şu unutulmamalı, Suriye’nin temizlenmesi, geriye göçün başlayacağı zamana kadar travmasından çıkamayanlar, kendiliklerinden Suriye’ye geriye döneceklerdir. O nedenle kadim Anadolu topraklarında bu yaralı insanların aşağılanıp incitilmelerine bugün olduğu gibi yarın da fırsat verilmemelidir.
Bir örnek olması bakımından İshak Alaton’un babası ile ilgili hatırlarında aktardıklarına değinmekte yarar var: Baba Alaton, iyi derecede Fransızca bilen ve 30’lu yıllarda halk evlerinde ücretsiz Fransızca öğretmenliği yapan, Cumhuriyetin değerlerine inanmış, orta gelir düzeyinde bir girişimcidir. Meşhur Varlık Vergisi onu da vurur. Çocuk Alaton, vergisini denkleştiremeyenlerin Erzurum Aşkale’ye sevki için geçici olarak bulundurulduğu Sirkeci garında babasına yemek götürür, O’nun neden bunca hizmeti varken bu muameleye tabi tutulduğunu anlayamayan perişan haline tanık olur. Yaklaşık bir yıl sonra sürgünden dönen babası, artık başka huyları olan değişik bir adamdır. Babasının bu durgun, isteksiz, içine kapanık halinin altı ay boyunca geçmediğini gören genç Alaton, babasıyla erkek erkeğe bir görüşme yapmak zorunda hisseder kendini. “Toparla artık kendini” der, yaşlı adama. “Geçti gitti, işte! Bir işe gir, böyle bütün gün pencere önünde, yalnız durmakla ne yaptığını sanıyorsun?” Gözlerinin yaşardığını ve kısık sesiyle babasının “sen anlamazsın” dediğini hatırlıyor ve ekliyor: “Tabi o zamanlar, depresyon nedir bilmezdik, anlayamadık babamın durumunu. Ölünceye kadar içinden çıkamadı o karanlık çukurdan. Mum gibiydi. Hatırladıkça kahroluyorum.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.