Bugün ülkemizde terör ve şiddet eylemleri, trafik canavarı, yetersiz beslenme, ev ve iş kazaları, sağlık hizmetlerinin yetersizliği, doğuştan engelli kalma gibi birçok sebeplerden dolayı, engelli kervanına yeni engelliler katılmak suretiyle, engellilerin sayısı milyonlarla ifade edilir hale gelmiştir. Bu nedenlerden dolayı, bir yılda savaş meydanlarında ölen insanların sayısı kadar insan ölmekte veya engelli kalmaktadır.
Engellilik, yalnızca engellileri ve ailelerini değil toplumun tüm kesimlerini yakından ilgilendiren, teşhisten iyileştirmeye, özel eğitimden rehabilitasyona, istihdamdan sosyal hizmetlere kadar genel bir anlayışla ele alınması gereken toplumsal bir sorundur.
Engelli bireylerin varlığı insanlık tarihi kadar eskidir. Tarihi süreç içinde engelli kavramına farklı manalar yüklenmiş ve buna paralel olarak da engelliler toplumsal hayatta farklı muamelelere tâbi tutulmuşlardır.
“Engelli kavramı”; Doğuştan veya sonradan, herhangi bir hastalık veya kaza sonucu, bedensel, zihinsel, ruhsal, sosyal ve duygusal yeteneklerini çeşitli derecede kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılamada güçlükleri olan bireylerdir.
Dolayısıyla doğuştan ya da sonradan ortaya çıkan hastalık ve engellilik hâlleri, hayatın gerçeği olup, insanın noksanı değildir. Bilâkis sabır, sebat ve gayretler sonucu Cennete ulaşan birer imtihan vesilesidir.
İnsanların çoğu, sağlıklı bir şekilde dünyaya gelirken, bazıları da engelli olarak doğmaktadır. Bazı kimseler de sağlıklı bir şekilde doğmakla beraber, hayatının sonraki bir döneminde değişik sebeplerle engelli duruma gelen insanlardır.
“İnsan, eşref-i mahlûkattır.” Yaratılmışların en şereflisi ve en mükemmelidir. Üstün niteliklerle ve güzel vasıflarla donatılmıştır. Bununla birlikte insanın Rabbimiz katındaki değeri; renginde, cinsiyetinde, “engelli veya engelsiz” oluşunda değildir. Allah katında en değerli insan, O’na hakkıyla kulluk eden ve emirlerine karşı gelmekten çok çok sakınandır.
İmtihan için yaratıldığımız bu dünyada, nasıl ki engelsiz olmak bir üstünlük sebebi değilse, engelli olmak da bir eksiklik veya kusur değildir. Önemli olan, ruh ve gönüllerimizin engelli olmamasıdır.
İslam’a göre fiziksel açıdan sağlıklı olmak bir üstünlük vesilesi değildir. İnsanların doğuştan gelen ya da sonradan karşılaştıkları engellilik durumları, onların saygınlığına asla zarar vermez. Nitekim Peygamber Efendimiz ( s.a.v ) bu hakikati şöyle ifade etmektedir:
“Allah sizin bedenlerinize ve dış görünüşlerinize değil, kalplerinize bakar.” (1)
Her insan, ister sağlıklı ister engelli olsun, Allah'ın yeryüzünde yarattığı en kıymetli ve en değerli varlıktır. Yüce Rabbimiz Kuran’da; “Biz hakikat insanı en güzel bir biçimde yarattık” (2) buyurmaktadır. Bu yönü ile insan, saygı ve hürmete layık bir varlıktır.
Cenabı Allah başka bir ayeti kerimede:
“Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.” (3) buyurmaktadır.
Peygamberimiz (s.a.v ) bir başka hadisi şerifinde ise:
“Allah, sizin görünüşlerinize ve mallarınıza bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar.” (4) diye buyurmuştur.
Bu ayeti kerimeler ve hadisi şerifte;
Cenabı Allah ve Resulü Ekrem (s.a.v ) insanın şöhretine, kudretine, güzelliğine, sağlığına ya da zenginliğine değil, kalbine ve amellerine bakacağını ifade etmektedir.
Bugün sağlıklıyız, yarın ne olacağımız belli değil. Yarın bir kaza sonucu, engelli kalabiliriz. Allah korusun.
Aslında bütün insanlar engelli veya potansiyel engellidir. İnsanın engelli olması sorun değildir.
Sorun; insanın sevgi ve hoşgörü engellisi olmasıdır. Bu konuda hiçbir kimsenin garantisi yoktur. Onun için engelli kalmadan önce sağlığımızın kıymetini bilmeliyiz. Engellilere de gerekli kıymeti vermeliyiz. Bu konuda sevgili peygamberimiz (s.a.v ) biz insanları uyarmaktadır.
“Bir insan bir insanı doğuştan veya başka sebeplerden dolayı engelli olması nedeniyle kınar, küçük görür veya aşağılarsa, kendisi de onun gibi olmadan ölmez.” (5)
Biz de o insanlar gibi olmak istemiyorsak, onları küçük görmemeli ve toplumdan dışlamamalıyız.
Peygamberimiz (s.a.v ) , engellilerle ilgilenmiş, onlara güçlerinin yetmediği alanlarda görev vermemiş, yeteneklerine göre kamu alanında görev vermiş, topluma kazandırmaya çalışmış; Engellileri bir dilenci kitlesi ve sürekli insanlara muhtaç bir tabaka olarak görmemiştir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), engelli sahabileri hayatın dışında bırakmamış, onlara yeteneklerine uygun görevler vermiştir. Ortopedik engelli Muâz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak tayin etmiştir. Görme engelli Abdullah b. Ümmü Mektûm’u Mescid-i Nebevî’nin müezzinliği ile şereflendirmiş ve Medine dışına çıktığında yerine yönetici olarak bırakmıştır
Peygamberimiz (s.a.v ), sağlıklı insanların engellilerle ilişkilerini yönlendiren ahlaki düzenlemelerde de bulunmuştur.
Nitekim görme engelli bir kimseye yol göstermeyi, sağıra ve dilsize söz anlatmayı sadaka olarak telakki etmiştir. (6)
Engellilik, insanın kendi tercihi değildir.
Bütün insanlar toplumdaki sağlıklı insanları gibi güzel olmak ister. Fakat bu durum onların elinde değildir. İnsanlarımız insanların dış görünüşüne baktığı gibi bir de ruh güzelliğine de bakmalıdır. Çünkü bedensel yönden güzel olduğu halde topluma zararlı olan milyonlarca insan vardır. Gene, toplumda engelli olduğu halde ruh güzelliği güzel olan ve topluma faydalı olan binlerce insan vardır.
Engelliler için engelli yaşam parklarında engellilerin dini ihtiyaçlarını giderebilmek için imam Hatip-vaiz görevlendirilmiş olması güzel bir başlangıçtır. Fakat engellilerin ameli konulardan daha önce inanç ve iman noktasında eğitimleri gereklidir. Daha sonra ameli konularda eğitilmeleri uygun olacaktır. Bu konuda engeller arasında proje yarışmaları yapılarak onları Hac ve Umre gibi ödüllerle ödüllendirilebiliriz.
Engellilerin maddi ihtiyaçlarının giderilmesi yanında onların manevi ihtiyaçlarının da giderilmesi şarttır. Ülkemizde engellilerin maddi ihtiyaçlarının giderilmesi konusunda oldukça büyük mesafeler kat edilmiştir. Ama manevi ihtiyaçlarının giderilmesi konusunda aynı şeyleri söyleyemeyiz.
Bu konuda; Peygamberimizin müezzini “Ağma Abdullah İbn Ümmü Mektûm” (*) bir örnektir.
Peygamberimizin müezzini ve birçok kez Medine'de vekilliğini yapmış olan “Abdullah İbn Ümmü Mektûm” örneği, engellilerin İslamiyet'teki konumuna sık sık “model” olarak zikredilmesine rağmen iş teoriden pratiğe geçince “modellik” derin bir unutkanlığa, yok saymaya dönüşmektedir. İnşallah zamanla bu konuda da gerekli mesafeyi alırız.
Her engellinin bir hayat hikâyesi vardır. Fakat bu engelli olmanın yaşam tarzını engellememelidir. Toplum olarak bize düşen görev ise; engelliye engel olmamaktır. Yani biz toplum olarak engelliye engel olmaz isek, engelli bütün engelleri aşar.
Bu dünya fanidir!
Cenabı Allah Ahrette bedensel güzellik değil, ruh güzelliği arayacaktır. Mükâfat görende, eziyet çekende bedenimiz değil ruhumuz olacaktır. Beden ruhun ahretteki yaşamı için bu dünyada bir vasıtadır. Yanlış olanı değil, doğru olanı tercih edelim. Onlara her zaman yardım elimizi uzatalım. Güler yüzümüzü ve yardım elimizi onlardan eksik etmeyelim.
Bu konuda Peygamber Efendimiz (s.a.v) sabır ve sebatla karşılanan engelliliğin “Cennet vesilesi olduğunu haber vermiştir.” (7)
Engelliler için bazı kurallar:
- Toplumda bazı kazalar, karşılaşılan olumsuzluklar ve kişinin engelleri
işledikleri bir suça karşılık verildiği yargısı kesinlikle yanlıştır.
- Engelliler, engel durumuna göre diğer bütün insanlar gibi görev ve
sorumluluk yüklenirler. Akıl hastaları hukuken ve dinen sorumlu değillerdir. Ancak kesinlikle insanlık dışı muameleye tabi tutulamaz.
- Engelliler için maddi ve manevi her türlü destek fert, toplumun ve
devlet sorumluluğudur.
- Engelli olarak doğacağı kesin olan bir çocuğun ana rahminde yok
edilmesi (annenin sağlık/hayati tehlikesi bulunması dışında) kesinlikle yasaktır.(Haramdır)
Engelli vatandaşlarımızın sorunlarının çözülmesinde bireylerin ortak sorumluluk yüklenmeleri oldukça önemlidir. Bu sorumluluk engelli bireylerin sorunlarının çözümü ve sosyalleşmelerinin arttırılması açısından vatandaşlarımızın gösterdiği duyarlılığının arttırılması ile başarıya ulaşacaktır.
Devletimizin en önemli görevlerinden biri de hiç kuşkusuz engelli vatandaşlarımızın temel ihtiyaçları olan eğitim, sağlık, kültür, istihdam ve rehabilitasyon gibi önemli hizmetlerden yararlanmalarını ve bu haklarını etkin bir şekilde kullanmalarını sağlamaktır.
Engellinin yüreği, bahar dalının üstündeki çiğ damlası gibi temiz ve narindir.
Çünkü o hayatın girdaplarını yaşamın mucizevî bir şey olduğunu çok iyi bilir.
Engelliliğin ne olduğunu kitap sayfalarından okuyanlar bilmez, onu yaşayanlar bilir. Toplumda yaşayan engelliler hiçbir zaman engelli oldukları için üzülmemelidir.
Engelli; toplumun dikensiz gülleridir
Engelliler; görmezler ama görünmez değiller.
Engelliler; senede bir kez değil, her gün hatırlanmalıdır.
Asıl engellilik karamsarlıkla birlikte engellere boyun eğmektedir.
Bu dünyada, engellilerin ayrı bir dünyaları yoktur.
Bu dünya birimizin değil hepimizindir.
Çünkü İnsanın engelli olması dünyanın sonu değildir.
Engelli olmak toplumda ne idüğü belirsiz insanların yanında suç olabilir. Ama gerçekte hiçte öyle değildir. Devletimiz de engellilerin sorunlarını tutarlı uygulamalarla çözmeye çalışmalı, engelliler için sağlıklı, kalıcı politikalar izlemelidir. Engellilere örgütlenme hakları verilerek yardım edilmelidir. Engellilere muasır devletlerin baktıkları gibi, bakılmalıdır.
Engelli olma, dünya adına bir kayıp ve noksanlık gibi gözükse de sabredildiği ve isyan edilmediği takdirde, hem kendisi hem de ona yardımcı olanlar için ahirette çok büyük mükâfatlar verilecektir.
Bugün toplumda engellilere diyorlar ki;
Konuş, nasıl konuşsun?
Dil bağlı, dudak bağlı.
Yaşa diyorlar, nasıl yaşasın?
El bağlı, ayak bağlı.
Kalk git diyorlar, nasıl gitsin?
Kapı bağlı, yol bağlı.
Bu izahlardan sora
Toplumun gönül erleri kimlerdir?
Buna göre engellinin derdi ne olursa olsun toplum olarak;
Göremeyene göz,
Konuşamayana dil,
İşitemeyenlere kulak,
Yürüyemeyene ayak,
Tutamayana el olmak,
Bizlere onur ve huzur verecektir. (8)
Toplumun gönül erleri, sevginin büyük gücü olan yardım elini engellilere uzatandır. Engellilere ana baba gibi, kol kanat gerenlerdir. Engellilere yardım eden insanlar, gönlünü insanlığın hizmetine verenlerdir.
Sonuç olarak; ifade etmek gerekirse, sağlık ve sıhhat büyük bir nimettir. Allah'tan af ve afiyet istemek de Müslüman olmanın gereğidir. Ancak, bu dünya ahiretin tarlası olması itibariyle, bir imtihan yeridir.
Hasta ve engelli olmak bir imtihan unsuru olduğu gibi, bir hasta ve engelliye bakmak zorunda olmak da imtihanın bir parçasıdır. Bunun için engelli kardeşlerimizin yaşama sevincini yitirmeden mutlu bir yaşam sürmeleri için çaba göstermenin, devlet ve toplum olarak hepimizin görevi olduğunu bilmeliyiz.
Engeller, mutlu ve huzurlu bir aile ortamında aşılabilir. Gerek doğuştan, gerekse sonradan ortaya çıkan engellilik durumu çalışmaya, üretmeye ve başarıya asla engel değildir. Asıl engellilik aklını, gönlünü, elini ve dilini, şefkat ve merhamete kapatmaktır.
Bugün hepimize düşen, engelli kardeşlerimizi doğru anlamak ve onlara saygı göstermektir. Sorunlarına ortak olmak, hayatlarını kolaylaştırmaktır. Bütün imkânlardan faydalanabilmeleri için seferber olmaktır. Engellileri üzecek sözlerden, hayatlarını zorlaştıracak davranışlardan kaçınmalıyız. Unutmayalım ki hayatı birbirimize kolaylaştırdığımız ölçüde kâmil insan olabiliriz.
Engelli vatandaşlarımızın hayatını kolaylaştırmak için, trafikte ve her yerde farkında olalım. Engelleri ortadan kaldıralım.
“Engelliler Günü ”nün engelli insanlarımızın problemlerini çözmeye yönelik çalışmaların, başarıya ulaşmasına vesile olmasını temenni ediyorum. Bu itibarla basmakalıp duygu ve düşüncelerden uzak, ilmin ışığında engellileri artan değil, engellileri eksilen bir ülke, dileği ile mutlu neşeli sağlıklı günler.
Engelsiz bir dünya için; engellileri hep birlikte ve sevgiyle aşalım. Yeterki yürekler, gönüller engelli olmasın; diğer engeller mutlaka aşılır.
Selam olsun yüreğini sevgiye, barışa, engelliye açabilenlere
“Abdullah İbn Ümmü Mektûm kimdir?”
İslâmiyet’ten önce adının Hüseyin olduğu, Resul-i Ekrem’in kendisine Abdullah ismini verdiği söylenmektedir. Medineli âlimler adını Abdullah, Iraklılar ise Amr şeklinde kaydeder. Ümmü Mektûm, annesi Âtike Bint Abdullah el-Mahzûmiyye’nin künyesi olup ona nispetle İbn Ümmü Mektûm diye tanınmıştır. Anadan doğma kör olduğu veya küçük yaşta gözlerini kaybettiği, bu sebeple annesine Ümmü Mektûm denildiği de nakledilir. Nesebi konusunda farklı görüşler ileri sürülmüş olup babası Kays, Kureyş kabilesinin Âmir b. Lüey oğulları kolundandır ve Hz. Hatice’nin dayısının oğludur.
(Abdullah İbn Ümmü Mektûm ağma olduğu için) İslamiyet’e özürlülerle ilgili çeşitli hükümlerin belirlenmesi İbn Ümmü Mektûm vesilesiyle mümkün olmuş, onların vekil bırakılmaları, imamlık yapmaları, savaşa iştirak etmeleri, farz namazlara katılmaları, korunma amacıyla köpek beslemeleri gibi konular açıklık kazanmıştır.
Abdullah İbn Ümmü Mektûm, Medine döneminde de Bilâl-i Habeşî ile birlikte Hz. Peygamberimiz (s.a.v) müezzinliğini de yapmıştır. (9)
Allah rahmet eylesin. Mekânı Cennet olsun. Ruhuna El Fatiha.
Kaynaklar
(1) Müslim, Birr, 33.
(2) Tin Süresi Ayet 4
(3) Hucurât, 49/13.
(4) Müslim, Birr, 3
(5)Tirmizi, Kıyamet, 53, No: 2507; Beyhaki, Şuabu'l-İman, 5/315, No: 2778; bk: Keşfu'l-Hafa, 2/265
(6) İbn Hanbel, v,169
(7) Buhârî, Merdâ, 7.
(8) Engellilik: Cennete kavuşturan imtihan (4 Aralık 2020 Cuma Hutbesinden )
(9) TDV İslâm Ansiklopedisi Internet sayfasından alınmıştır.