Tıpkı Hz. Mevlana ve yine tıpkı Bediüzzaman Said Nursi gibi. Mevlana; “Dert daima insana yol gösterir” derken Bediüzzaman ise; “Sıkıntı sefahatin muallimidir” demiştir. Bu girişi okuyanların bir derdin bitişi üzerine kaleme alındığını anlayıp “Allah başka dert/keder vermesin” dediklerini duyuyor gibiyim.
Demet Tezcan’ın “Bir Çığır Öyküsü Şule Yüksel Şenler” diye kaleme aldığı Huzur Sokağı kitabının yazarı Şule Yüksel Hanım’ın onurlu duruşuyla başlayıp, taktığı örtü modeli dolayısıyla “Şulebaş” diye adlandırılan ve daha sonra “başörtüsü sorunu” diye kamuoyuna mal olan tarihi yasak TBMM’ye Milletvekillerinin başörtülerini çıkarmadan girmesiyle tarih oldu.
1955 yılının mart ayında Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanan ve bünyesinde çalışan kadınların başlarını örtmelerini isteyen Genelge sonrası Cumhuriyet Gazetesinin “Diyanet İşleri Binası Cami Değildir” başlığıyla verdiği açık mektupla fitili ateşlenen sindirme politikası, “İnkılâplarımızı Nasıl Koruyabiliriz?” konulu bir makale yarışmasıyla provoke edilerek devam etmiştir. Türkiye’de kadınların önce giydikleri çarşafı kaldırmayı daha sonra ise giymeyi özendirdikleri mantoyu kaldırmayı amaçlayan kademeli mühendislik, Mart 1956’da Türk Kadınlar Birliği ile Mustafa Kemal Derneği tarafından organize edilmiştir.. “Çarşafa hayır, mantoya evet” kampanyası başlatan bu iki dernek; kampanya uyarınca Olgunlaşma Enstitüsü’nün hazırladığı manto modellerini törenlerle çarşaflı hanımlara dağıtmışlardır.
27 Mayıs 1960 darbesi sonrası Milli Birlik Komitesi Başkanı ve Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, “Çarşaf Türk kadını için bir yüz karasıdır.” demiş, politikacılar da ağız birliği etmişçesine bir birini destekleyen demeçler vermişlerdir. O yıllarda, milliyetçi muhafazakâr siyasetin temsilcisi bile basın mensuplarına “Son zamanlarda Anadolu’yu hiç dolaştınız mı? Çarşafın nasıl kapkara bir yangın halinde bütün yurdu sardığını gördünüz mü?” diye sorduktan sonra “Çarşafın namus ile de alakası yoktur” demiştir. Yine; “Çarşaflıları gördükçe tüylerim ürperiyor, ezanın yeniden Arapçaya dönüşü bir ihanettir” dediği aktarılmıştır. Dindar insanların haklarını savunan siyasetçiler ise yalnızlaştırılmış ve saygınlıkları hedef alınmıştır.. Türk filmleri marifetiyle çarşaflı kadınların itibarsızlaştırılması gibi bilinçli hareketler, “Çarşafa hayır, mantoya evet” diye sloganlaştırılan zihinsel mühendisliğin beyaz perdeye de yansımasıyla devam etmiş, inat ve ısrarla, bir birini takip eden icraat ve uygulamalarla adeta sonuca kilitlenilmiştir.
Darbecilerin baskı ve zulümleriyle devlet politikası haline gelen ve sonraları “kamusal alan” yalanının arkasına gizlenen kamuda başörtüsü yasağı, insan hak ve hürriyetlerine aykırı olduğu için tartışma zeminine oturmuş, zamanla Türk siyasetinin de kavga alanı haline dönüşmüştür. Darbeci zihniyet ile vesayetle mücadele edenlerin çetin kavgalarında başörtüsü konusunun geçmediği bir tartışma neredeyse yok gibidir.
Başladığı günden bittiği güne kadar direnenler ile diretenler mücadele etmişlerdir. Direnenlerin ve diretenlerin mücadele serüveninde direnenler adına ilk onurlu duruş, az önce de ismi geçen Şule Yüksel Şenler’e aittir. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, bir mesajında “Sokaklardaki kapalı hanımların öncüleri cezalarını göreceklerdir” deyince, Şûle Yüksel Şenler açık bir mektup yazar ve Cevdet Sunay'ın Allah'tan ve milletten özür dilemesini ister. Şenler, bunun üzerine Cumhurbaşkanı'na hakaretten tutuklanır ve içeri alınır. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın kendisi için çıkardığı özel af çıkarır fakat “Cumhurbaşkanının affıyla kapıdan çıkıp, başım önümde eğik gezmek istemiyorum” diyen Şule Yüksel Şenler, affı reddeder ve 13 ay hapis yatar.
Başörtüsü mücadelesinin sembol ismi haline gelen Şule Yüksel Şenler’in onurlu duruşuyla başlayan ve artarak devam eden toplum mühendisliğine karşı direniş, neredeyse zulmün şiddetiyle eş değer başkaldırı örnekleriyle doludur. Üniversite kapılarının nizamiye, kampüslerin kışla yapıldığı, ilk akademik kurulda “'Siz akademik çalışmalarınızı bırakın, üniversitenin görüntüsüyle/başörtüsüyle uğraşın' diyen rektörlerin olduğu yıllarda hayatı kararanlar ve umudu çalınanlar mücadelede yılmadılar ve bedel ödediler. İkna odalarında imha süreçlerine sokuldular ama yok edilemediler. “Zulüm ile abat olunmaz. Zulüm ile abat olanın sonu berbat olur” sözünü umuda ekmek, dillerine tespih yaptılar, ‘ya sabır’ çekmeyi sürdürdüler.
Gönülleri bir atanlar ellerini bir birine tutuşturarak; “Beyez Yürüyüş” “El Ele Eylemi” ile halkın desteğini aldılar. On yıllar geçti. İktidarlar değişti ama kaderler değişmedi. Halkın oylarıyla gittikleri meclisten, hadsizler tarafından çıkarıldılar. Başörtüsü sorununu çözmek iddiasıyla başörtülü seçilip mecliste başörtüsünü çözenleri de onurlu duran ve halkın oylarına ihanet etmeyen Merve Kavakçı’yı da tarih kaydetti. Başörtülü kadınların umutlarına kurşun sıkıldı ama umutları yine de öldürülemedi. İnanç Özgürlüğü Platformları aracılığıyla her gün takvimden yapraklar kopartılmaya devam edildi. Başörtüsü konusunda kalben destekleyen halkın iradesini ortaya çıkaracak, söylenmeyi değil söylemeyi seçen “yüzde bir buçuk’un sorunu” olmadığını anlatacak ve kamuoyuna yansıtacak bir çalışma gerekiyordu. İşte o vurucu hamleyi Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen yaptı.
Önce Memur-Sen tarafından TBMM önünde basın açıklamasıyla start verildi. 1 Ocak 2013’te yeni yıla yeni eylemle giriyoruz sloganıyla Eğitim-Bir-Sen tarafından “1 Günlük Sivil İtaatsizlik Eylemi” yapıldı. Arkasından Memur-Sen tarafından kamuda kılık kıyafet özgürlüğü talebiyle bir ayda “Özgürlük İçin 10 Milyon İmza Kampanyası” başlatıldı. İmza stantları ülke geneline yayıldı ve seferberlik havasında devam etti. Karda kışta stantları açık tutan Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen teşkilatları en son genel seçimde Ana muhalefet Partisinin aldığı oydan daha fazla imzayı; 12 Milyon 300 bin kişinin iradesini hükümete sundu ve süre tanıdı. Süre dolunca kararlığın göstergesi olarak kamuda kılık kıyafet dayatmaları bitene kadar “Süresiz Sivil İtaatsizlik” başlatıldı.
Kararlı ve onurlu mücadele Demokratikleşme paketinde sonuç aldı. Kamusal alan yalanı bir iki kurumda sınırlama dışında tamamen kalkmış oldu. TBMM’de ne zaman kalkacak demeye fırsat kalmadan Ak Partili bazı kadın vekillerin Hac’da taktıkları başörtülerini Meclis’te de takma kararlılığı sonrası tarihin en kirli ve acımasız zulmü resmen kalkmış, fiilen bitmiş oldu.
Napolyon, “Zafer İradedir” der. On yıllar alan ve vesayete galebe çalan kararlı duruşun geldiği nokta, iradenin zaferidir. Bu irade, yargı, emniyet ve askeriyede, imam hatip harici ilkokul, ortaokul ve lisede devam eden atıkları da kaldırtmakta kararlıdır.
Başörtüsü yasağı ve kamusal alan yalanının miadını doldurması iradenin zaferidir. Üniversiteyi birincilikle bitiren kızın başörtüsüne yapışan beyaz adamların temsilcileri de umut kalmayınca telaşı bırakmış, Şafak Pavey aracılığıyla şefkat ve merhamet dili kullanmayı seçmişlerdir. Muharrem İnce bile öfkesini kontrol edebilmiş ve seçim kaygısıyla dilini değiştirmiştir. Bu noktaya asla çiçekli yollardan ulaşılmamıştır. Unutulmasın ki gelinen nokta; beyaz adımın merhameti değil, Malcolm X ve Rosa Parks’ların başarısıdır.
Tarihi yasağı tarihe gömen ve tarih yazanlara selam olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.