Milli Eğitim Şurası yedi yılın ardından bu hafta toplanıyor. Bu yedi yıl içinde eğitimde neler yaşandı, eğitimciler bugün neler konuşuyor, yarınlarda bizi neler bekliyor? Son yedi yılın önemli iki gündeminden biri FETÖ mücadelesi, diğeri ise salgının eğitime etkisi olmuştur. Aslında iki gündemin de bize söylediği, eğitim sisteminde köklü sorgulamaların ve değişiklilerin yapılması gereğidir.
FETÖ bize sınavlara endeksli, seçkinci bir eğitim sistemi bıraktı. Bu sistemde dershane, özel ders, kaynak kitap, deneme sınavı, sıralama, eleme, seçme ve akademik başarı her şeydi. (Bugün de öyle.) Salgın süreci ise bizi, normalden çok daha erken ve hızlıca dijital dünyayla buluşturdu. Eğitimi büyük oranda etkileyen bu iki etken, nasıl olduysa yedi yıl aradan sonra toplanan Milli Eğitim Şurası’nın gündemine giremedi.
Eğitimi şurada tartışamayınca neler oluyor kısaca ona bakalım. Bir önceki bakan bir vizyon belgesi yayınladı, kendini, bütün okulları atölyelerle donatmaya, model öğretmenler odası geliştirmeye ve çocukların el kaslarını ve becerilerini geliştirmeye adadı. Bütün hikâye bu kadardı. Okulları da perişan etti, kendi de perişan oldu. Bugün atölyeden kimse bahsetmiyor.
Şimdilerde ise eğitimde gündem meslek liseleri üzerinden yürüyor. Meslek liselerimiz, sanayi ile işbirliği içinde üretim yapıyor! Bu önemli üretim hamlesi salgın sürecinde maske ve dezenfektan üretimi ile başladı. Bakanlık bin okula para gönderdi, ildeki bölüme bakan yetkili, uygun gördüğü okullara, belirlediği firmadan maske makinası aldı.
Öğrenciler evden ders yaparken, öğretmenler makinalara üç tür kumaş taktı ve makinalar rulo bitene kadar maske üretti. Atölye kirası yok, maaş sigorta gideri yok, elektrik, su, doğalgaz… Hepsini bakanlık karşılıyor ancak okullarda ürettiğimiz ne varsa, piyasadan yüzde on beş, yüzde yirmi daha yüksek maliyete üretiyoruz.
Salgının ilk günlerinde anlamlı olan bu çabadan bir eğitim modeli çıkar mı? Neden kimsenin aklına hala meslek lisesinde üretim yapmanın mantığını sorgulamak gelmez? Amaç öğrencilerin öğrenmesi mi yoksa üretim yapmak mı? Bu ikisi çok farklı şeyler değil mi? Özel sektörün zor günler geçirdiği bir dönemde bu üretimleri yapıyoruz.
Eğitim, istatistik tablolar düzenleme, bu tablolara istediğimiz gibi anlamlar yüklemenin ötesinde bir iştir. Ne zaman tablolar, öğrenciden, öğretmenden, yöneticiden daha kıymetli olduysa biz gerçeklerden uzaklaştık. Üç yıl önce sınıfa dönüştürdüğümüz kütüphanelerin yerine koridora koyulacak üç adet dokuz raflı kitaplıklarla şu kadar okula kütüphane açtık diyebilirsiniz.
Şu kadar kaynak kitap bastırdık, şu kadar soru bankası, şu kadar deneme sınavı, altı ayda verilen şu kadar meslek lisesi diploması, şu kadar okul öncesi öğrencisi ve şu kadar ana sınıfı… Otuz öğrencilik Teknopark, Aselsan Meslek Liseleri kurtuluş reçetesi olabilir.
Sınavlar okullarımızı okul olmaktan çıkarmıştır. On iki yıllık zorunlu eğitimin özellikle lise kısmı acilen masaya yatırılmalıdır. Arızalı sistemin pansuman tedbirlerle yürümediğini görüyoruz.
Mesleki eğitim merkezlerine, meslek lisesi diploması verdirmek, bir yönü ile güzel bir adım, diğer yönü ile sistemin arızasıdır. Bu uygulama ile son sınıfta açık liseye kaçışlar bize, yeni okul binaları yapmak yerine sistemi, dönemin imkân ve ihtiyaçlarına göre revize etmemizin kaçınılmaz olduğunu göstermiyor mu?
Diplomalar, okullar, meslekler anlamını yitirir ve değişirken, veliler çareyi sistemin çatlaklarında ve sistem dışı kurum ve uygulamalarda ararken, biz bu hafta şurada, eğitimde fırsat eşitliğini tartışacağız. Eğitimi, eğitimiler yönetsin de diyemiyoruz artık, aklıma son dönemde MEB havuzuna alınan kıdemli eğitimcilerle, alternatif bir şura yapmak gibi sıra dışı bir fikir gelebildi sadece.