Okullar, salgın öncesinde olduğu gibi tam zamanlı ve tam kapasite ile açılıyor. Eğitimcilere heyecan, korku, sitem ve biraz da sinir hali hakim. Aşı olmaktan korkan ve haftada iki defa pcr testi istenen öğretmen arkadaşlarımız, günlerdir bir umudun peşinde bizleri aradılar, mazeretlerini sıraladılar, tepkilerini dile getirdiler.
Aylardır günlük vaka sayılarının yirmi binin üstünde olduğu bir ortamda, son iki haftada öyle bir hava oluşturuldu ki, sanki okulların açık kalması ve salgının önlenmesi, aşı olmayan az sayıda öğretmenin aşı olmasına bağlı. Mevcut şartlarda zaten büyük risk alınarak okullar açılıyor ve bir yıl boyunca bu şekilde devam edeceğine kimse inanmıyor.
Aşı tam korumuyor, üretici firma sorumluluk kabul etmiyor, test tam sonuç vermiyor. Öğrenciler hiç belirti vermeden süper bulaştırıcı olabiliyor. Sürekli yeni varyantlar ortaya çıkıyor. Sınıf mevcutları söylendiği gibi yirmi beş otuz kişi değil. En azından İstanbul’da elli kişilik sınıflar var. Sadece bu yıl ikili eğitime geçmek zorunda kalan Anadolu Lisesi sayısı on sekiz.
Salgın sürecinde, kontenjanının iki katı öğrenci yerleştirilen ve ikili eğitim yapacak meslek liselerini düşünün. Problemler yok sayılınca yok olmuyor, keşke tek problemimiz, bütün iyi niyetine, devletine bağlılığına, okuluna âşık olmasına rağmen aşı olmaktan haklı gerekçelerle korkan öğretmenlerin aşıya direnmeleri olsaydı.
Salgınla mücadelenin zaafa uğratılmaması, okulların olabildiğince açık tutulması, insanlarımızın aşıya zorlanmaması gibi hassasiyetler içinde, bir diğer önemli hassasiyet de eğitim kadrosuna uygun bir üslupla yaklaşılması gerektiğidir. Haftada iki defa test istemek, tutanak tutmak, okula alınmayacağı tehdidi savurmak ve TCK Madde 195 ile tehdit etmek eğitimcileri anlamamaktır. Bu uygulamalar birçok arkadaşımıza geçmişteki baskı dönemlerini hatırlatmıştır.
Eğitimi, Milli Eğitim Bakanlığı yönetmelidir. Geçen yıl bunun acısını fazlasıyla gördük ve yaşadık. Eğitim kadrosu tehdit dilinden anlamaz, emir komuta ile yönetilemez. Her konunun uzmanı gazetecilerin, televizyon programlarında söylediklerinin etkisiyle isabetli karar alınamaz.
Öğretmenlerin iki haftadır yaşadığı stresi; “Hem aşısız olup hem PCR testi vermek istemeyen öğretmenlerin olacağına inanmıyorum, konuyla ilgili bir sıkıntı bize ulaşmadı.” diyerek yok sayarsanız, herkesi kırar döker, işinizi zora sokarsınız. Öğretmenlerle cedelleşmenin bedeli her dönem ağır olmuştur.
Bu aşamada aşı olmayan öğretmen arkadaşlarımız da yetkililer de kararlarını gözden geçirmelidir. Mazereti olmayanlar aşı olmayı bir kez daha düşünmeli, yetkililer de gerilimi azaltacak önlemleri almakta geç kalmamalıdır. Haftada iki defa test uygulanabilir değildir. Bir sınıftaki elli öğrenci için alınan riskin, bir öğretmen için alınamamış olması bilimsel de değildir. Bütün zorluğuna rağmen alınan kararlar tutarlı, akla uygun ve uygulanabilir olmalıdır.
Tecrübeme dayanarak söylemeliyim ki olacak olan şudur; bu tartışmalar arasında hatırı sayılır bir grup arkadaşımız daha aşı olur. Hiçbir öğretmenimiz okul kapısından geri çevrilmez, çevrilemez. Yapılacak tespitler, emri yerine getirmiş olmaktan öteye geçmez. Aklı selim hakim olur, ya test zorunluluğu kaldırılır ya da iki haftada bir test istenir, o da belirli yerlerde kolayca yaptırılabilir. Bu yüzden bütün öğretmen arkadaşlarıma sesleniyorum, sıkıntı halinde sakin olun, siz dersinize ve önlemlere odaklanın.
Yeni eğitim öğretim yılı hepimize hayırlı olsun. Herkes bütün iyi niyetini ortaya koysun. Umalım ki okullarımız hep açık kalsın, öğretmen, öğrenci, veli bir kişi bile kayıp vermeyelim. Hep birlikte sorumlu davranmaya çok ama çok ihtiyacımız var. Bu süreçte en büyük şansızlığımız aşı olmayan arkadaşlarımızın hedef haline getirilmeleri olur, aman dikkat edelim…