Uzman öğretmenlik/başöğretmenlik tartışması, son olarak siyasetin ve ulusal basının gündemine taşındı. İyi de oldu diyemeyeceğim zira son yıllarda ülkemizde öyle bir ortam oluşturuldu ki hiçbir konuyu kendi doğası içinde tartışmak ve sağlıklı bir sonuca götürmek mümkün olmuyor. Bir de konu eğitimle ilgili olunca, at izi it izine karışıyor.
Saygı Öztürk’ün iddiasına göre sendikamız, önceden iktidarla ve bazı üniversitelerle anlaşarak üyelerine tezsiz yüksek lisans yaptırmış, sonra da kanunu, yüksek lisansa avantaj sağlayacak şekilde çıkartırmış. “Yandaşçılık” ve “kayırmacılık” getiren kanun bizim üyelerimize özel çıkarılmış ve diğer sendikalar da bu süreci sadece izlemiş.
Soralım Sayın Öztürk’e; sizce sendikamız bu yüksek lisans planlamasını ne zaman yapmıştır? Dört yüz otuz bin üyemizden, uzman ve başöğretmenlik başvurusu yapanlardan yüksek lisansı olan kaç kişi vardır? Son yıllarda yüksek lisans yapan öğretmenlerden, uzman ve başöğretmenlik başvurusu yapanların sendikal dağılımı nedir? Diğer sendikalar bu süreci neden sadece seyretmişler?
Eleştiri ile iftira arasındaki sınırı meslek ahlakı belirler. Gazetecilik meslek ahlakı ise iddiaları rakamlarla ortaya koymayı gerektirir. Bakanlıktan yukarıdaki sorulara ait bilgiler alındığında, Saygı Öztürk’ün iddialarının, öğretmen kökenli bir yazara yakışmayacak iftiralardan ibaret olduğu anlaşılacaktır.
Düzeltelim ve gerçekleri bütün çıplaklığı ile ortaya koyalım: İlk uzman öğretmenlik sınavı 2006 yılında yapılmıştır. O dönem CHP, Eğitim Sen’in de kışkırtmasıyla kanunu AYM’ye taşımış ve verilen kısmı iptal kararı ile süreç tıkanmıştır. Aradan geçen on altı yıl boyunca, farklı bakanlar döneminde, çok farklı içerikte konu tartışılmış ancak ciddi adım atılamamıştır. Kısaca konu son birkaç yılın konusu değil, geçmişi yirmi yıla dayanan kronik bir problemdir.
Sendikamız, Saygı Öztürk’ün iddia ettiği gibi üyelerini, uzman öğretmenlikte avantaj sağlasın diye değil okul yöneticiliğinde verilen ilave puan ve mesleki gelişimleri için yüksek lisansa yönlendirmiştir. Üniversitelerle yaptığımız protokoller ile yönetici atama yönetmeliklerinin tarihleri kıyaslanarak bu basit çıkarımda bulunulabilirdi.
Kaldı ki sadece bizim sendikamız değil aynı dönemde birçok sendika benzer protokoller yapmış ve üyeleri yüksek lisansın öngördüğü puanları almışlardır. Durum bu kadar açık seçik ortadayken, akıl sınırlarını zorlayacak iftiraları köşesine taşımayı özür dilemek kurtarır mı bilmiyorum ancak bu erdem de herkese nasip olmuyor.
İki ay sonra yapılacak düzenlemenin bile kestirilemediği bir ortamda, üniversitelerle on iki yıl önce yaptığımız ve hala bakanlığın bile bir örneğini ortaya koyamadığı başarılı çalışmayı, alkışlamak yerine, kirli bir hesabın parçası gibi göstermek, Sözcü Gazetesi’ne ve onun bir yazarına yakışırdı. Biz, bu zihniyeti, 2009 yılında yapılan yöneticilik sınavında ortaya koyduğumuz başarı üzerine; “Sorular Eğitim Bir Sen’in kitabından çıktı.” dediği günlerden tanıyoruz, hiç değişmediniz maalesef.
Ülkemizde hayata soldan bakmak ve muhalif olmak çok kolaydır, tutarlılık vs. gerektirmez. Bilimsellik diye ortalığı ateşe verirsin, mezun olduktan yıllar sonra üniversitenin, bilimin kapısını çalan öğretmenlere ve onların sendikasına iftira atarsın. Yıllar önce, İBB’nin Üniversite öğrencilerine verdiği bursu mahkemeye taşır iptal ettirirsin, sonra kendin burs vermeye başlar ve şu kadar burs verdik diye reklam yaparsın. Başörtülülere yıllarca zulmeder, sonra rozet takar, helallik dilersin. Kanunu tamir etmek, düzeltmek varken iptal ettirir, sonra da öğretmenler mağdur diye gevezelik edersin.
Ne acayip zamana geldik, ne yazık ki hem bize saldıran bu zihniyetle hem de bu zihniyetin etkisinde yapılan düzenlemelerin sebep olduğu savrulmalarla mücadele etmek zorunda kalıyoruz. Son dört yıl içinde hangi kurumların Öğretmenlik Meslek Kanunu ve kariyer sistemi taslağı yayınladığına, bu taslakların düzenlemelere ve vizyon belgelerine etkilerine, bakanlık ders notlarında hangi kurumların tek tek tanıtıldığına, hangi kurumlarla işbirliği yapıldığına bakılırsa ne demek istediğim anlaşılacaktır. Buradan baktığımızda mevcut düzenlemede bizden çok Saygı Öztürk’ün dostlarının etkisi var gibi duruyor.
Süreci ve tartışmaları titizlikle takip ediyor, yapılan yanlışları biliyor, derdi öğretmene sahip çıkmak olmayanların bu süreci nasıl kullandıklarını da görüyoruz. Neden sınav yapılmıyor diye on altı yıldır isyan eden bazı sendikacılar, bugün birden sınav karşıtı aktivistlere dönüştüler. Mutlaka bir adım atılır ve bu stres düşürülür. Sınav kaldırılabilir, video ile yapılan eğitimlere puan verilebilir, baraj düşürülebilir, belli sayıda soru verilir, sınav soruları o sorulardan oluşabilir… Önemli olan bu ve benzer problemleri doğuran sebepleri ortadan kaldırmaktır.
Çözüm, oluşan hassasiyeti kaşıyıp bu süreci başka amaçlar için kullananların çabasıyla değil yine bizim gayretimiz ve ferasetimizle gelecektir. Bakanlığımız, okullar açıldığında sadece eğitim konuşmak istiyorsa bu stresi bu hafta düşürmenin yolunu üretmeli, altı yüz bin öğretmenle inatlaşmayı göze almamalıdır.