Sıralama ve yerleştirme baskısı altındaki ortaöğretime yerleştirme serüvenimiz
Eğitim, her şeyden önce disiplinler arası bir bilimdir; ekonomiden, siyasetten ve toplumdan ayrı düşünülemez. Çünkü eğitim, toplumun, ekonominin ve siyasetin temelinde yer alan bir sistemdir ve aynı zamanda bunlardan doğrudan etkilenmektedir. Dünyayla her bakımdan yarış edebilen nesil arzulamak ama onları çağın ve tarihin dışında bırakacak bir sistemin esiri yapmak eşyanın tabiatına aykırı, akıl dışı bir tutumdur. Çünkü eğitim, toplumun değerleriyle uyumlu, gelecekte öngörülen insanı yetiştirmek için vardır. Bir yanıyla tarihi birikimi tevarüs edecek, bir yanıyla ufku keşf ve fethedebilecek insanı inşa etmek eğitimin en temel amacıdır.
Günümüzde bilgi hayatın merkezindedir, ekonomik gelişme ve toplumsal tabakalaşma bilgi çerçevesinde organize olmaktadır. Bir toplumun kapitalizm ötesi görülmesinin şartı, bilginin kaynaklardan biri olmaktan çıkarılarak tek kaynak haline getirilmesidir. Böyle olduğu içindir ki, tüm dünyada bilgiyi ve iletişim araçlarını kontrol etme mücadelesi öncelikli alan haline gelmiştir. Zira bilginin kendisi en yüksek kalitedeki gücün kaynağı, sair kuvvetlerle servetin de en önemli girdisidir. Başka bir deyişle, bilgi artık para gücüyle kas gücünün eki olmaktan çıkıp, bunların ruhu, çekirdeği ve güç değişiminin de belirleyicisidir. Bilgiyi, dijitalleştiği ve endoktrine edici konumunu pekiştirip tahakküm aracına dönüştüğü günümüz dünyasında, insanlık değerleriyle buluşturup yeniden üretmek ve o zeminde rekabeti sürdürmek insanlık için tek çıkış yoludur. Peki, mevcut eğitim sistemimiz buna ne kadar zemin ve imkân sağlamakta; sınav kaygısının birer yarış figürüne, stres çarkına çevirdiği öğrencilerimiz, payına düşenin ne kadarını alabilmektedir. Aslında cevap basit ve sık değişen eğitim ve sınav sistemimizde saklıdır.
Eğitimimiz, Türkiye’nin ve insanlığın ihtiyacı olan endoktrine edilmemiş bilge insanı mı yetiştirmekte yoksa ideolojik olarak arzulanan insanı mı biçimlendirmektedir? Esas sorulması gereken soru budur. Bu sorunun cevabı da tutulması gereken belirleyici yoldur. Bu köklü soruya verilecek gerçekçi cevap bundan sonra üretilecek tüm cevapların da rahmidir. Bugün eğitim sistemimiz insan şekillendirme/yetiştirme sistemi olarak, her kademede birçok sorunu içinde barındırmaktadır. Sistem üzerinde gerçekleştirilecek her türlü reform ve yeniden yapılandırma çalışmalarında, her bir kademenin diğerleriyle ilişkileri bir sistem birliği/bütünlüğü içinde düşünülmelidir. Aksi halde, kısmi olarak yapılan iyileştirmeler eğitimle ilgili sorunları çözmeye yetmemektedir. Geçmişte bunun örnekleri sıkça yaşanmış ve hâlihazırda yaşanmaktadır.
Üretilmiş bilgiyi aktarmaya dayalı bilgi yükleyici eğitim sistemi yerine, bireyin potansiyelini ortaya çıkaracak ve ona yaşamak için gerekli yeterlilikler kazandıracak bir eğitim anlayışının temel alınması olmazsa olmazımız olmalıdır. Fertlerin, sahip oldukları potansiyel esas alınarak bilgi, beceri ve tutumları bir arada kullanabilecekleri, hayat kurabilecekleri ve ürünler ortaya koyabilecek yeterlilikler kazanmasına dönük bir öğrenme anlayışı yerleştirilmelidir. Dolayısıyla, diploma dağıtan, sadece sınavlara hazırlanan ama sınavdan sonra bütün bildiklerini unutan değil, her şeyin birbiriyle olan ilişkisini anlayabilecek, çözümleyebilecek ve analiz edebilecek bilgi, beceri ve yeterlilikleri içselleştirmiş öğrenci yetiştiren bir okul ve eğitim sistemi hedeflenmelidir.
İşe yaramayan bilginin öğrenilmesinde en büyük sorun, öğrenmek için gerekli motivasyonu sağlayamamaktır. Motive olamadığı için öğrenmekte güçlük çeken öğrencileri harekete geçirmek amacıyla geliştirilen çözüm, eğitim sistemimizin bugünkü en büyük problemi durumuna gelmiştir. Sınavlar yoluyla çocukları motive etmek, yarışmacı bir anlayışın sisteme hâkim olmasına yol açmıştır. Sınav günü odaklı bir sistem, öğrenciye üst düzey düşünme becerilerini kazandırmaktan uzak, birbirinin aynı özelliklere sahip bireyler yetiştirmeyi ve tasarlanan geleceğe bireyleri hazırlamayı hedeflemektedir.
Eğitimin amacı, öğrenciyi ölçüp bir sınıflamaya tabi tutmak, ona “başarılı” veya “başarısız” kimliği vermek değildir, olmamalıdır. Ancak günümüzde geleneksel usullerle ölçmenin yapıldığı eğitim sistemleri, büyük oranda bu amaca odaklanmıştır. Öğrencileri notlandırarak sınıflamak ve etiketlemek, okulların en önemli işi haline gelmiştir. Oysa okulun asıl işi, fertleri yetiştirmektir. Ölçme, bir son olmaktan çıkarılmalıdır. Her ölçüm, yeni bir başlangıç için eğitim sürecine ışık tutan sonuçlar içermelidir. Eğitimin görevi, bireyin farklılığını bularak bunu geliştirmesi konusunda ona destek sunmak olmalıdır. Burada temel olan, bireyin yapamadıklarını belirlemekten çok yapabildiklerini/yapabileceklerini belirleyerek onun kendisini tanımasına yardım etmek ve gelişimi konusunda eğitim sürecine ve kendisine destek sağlamaktır.
Mevcut kademeler arası geçiş ve sınav sistemi adalet ve eşitlik prensibini zedelemektedir. Sınav sistemi ve kademeler arası geçişteki sorunlar yumağı ve bunların semptomları, geçmişte, dershane adıyla eğitim sistemine sonradan eklenen ve bugün asli unsurmuş gibi yapışıp kalan ve kendi içinde şekiller, türevler üreterek yayılan, hatta okullarımızı bile kendine benzemek zorunda bırakan bir kurumun ortaya çıkmasına sebep olmuş ve bunlar adeta okula alternatif bir kurum haline gelmiştir. Gerek kademeler arası geçişi gerekse sınav sistemini daha adil ve eşitlikçi hale getirmek için yapılacak her türlü iyileştirme ve değişikliğin eğitim sorunlarını azaltmasının vazgeçilmez bir şartı olduğu unutulmamalıdır. Bu şart, yerine getirilmediği sürece eğitim sistemimizde yapılacak hiçbir değişiklik, istenilen olumlu etkiyi göstermeyecektir.
Eğitim sisteminin yeniden yapılandırılması için öncelikle mevcut yanlış inanışların sorgulanmasına fırsat verecek ortamlar hazırlamak gerekir. Ardından bu sistemin insancıl, adil ve eşitlikçi bir anlayışa göre yeniden düzenlenmesi için bir mutabakat sağlanmalıdır. Türkiye’nin eğitim sisteminin başarısı, sınavla öğrenci alan liselerdeki öğrencilerin başarılarından ziyade, bu liselerin dışına itilen çoğunluğun nitelikli bir şekilde hayata kazandırılmasıyla ölçülmelidir. Akademik olarak başarılı olanlara odaklanan bir sistemin yanı sıra bireylerin kabiliyet ve becerilerine göre mesleki kalitesini artıracak, insanları doğru yerden hayata tutunduracak, bu planlamayı da erken yaşlarda yapacak, hiçbir insanını israf etmeyecek bir sistem gerçek başarılı sistemdir.
Çünkütoplumun eğitim seviyesi ve ülkenin elde edeceği katma değer, bütün çağ nüfusunun aldığı eğitimin kalitesine bağlıdır. Çoğunluğu oluşturan ‘ötekilerin’ çocuklarının eğitim hakkını iade etmek için mevcut sınav sistemleri terk edilmek zorundadır. Çünkü ilköğretimden üniversiteye kadar öğretim kademelerinin her aşamasında eleme sınavının olması, velinin okul üzerindeki baskısını artırmakta, bu durum okul-veli çatışmasına neden olmaktadır.
Toplumun eğitim seviyesi ve ülkenin elde edeceği katma değer, bütün çağ nüfusunun aldığı eğitimin kalitesine bağlıdır. Çoğunluğu oluşturan ‘ötekilerin’ çocuklarının eğitim hakkını iade etmek için mevcut sınav sistemleri terk edilmek zorundadır. Çünkü ilköğretimden üniversiteye kadar öğretim kademelerinin her aşamasında eleme sınavının olması, velinin okul üzerindeki baskısını artırmakta, bu durum okul-veli çatışmasına neden olmaktadır. Okuldan aradığını bulamayan veli çocuğunu dershane benzeri alternatif kurumlara göndermektedir. Diğer taraftan, sınav baskısından dolayı, gerek okulların bulunduğu bölgenin özelliği gerekse çeşitli baskılarla okulların nitelikleri arasındaki fark da açılmaktadır. Bu ise belli öğrencilerin iyi okullara, diğerlerinin de daha vasat okullara yerleştirilmesini beraberinde getirmektedir. Böylece fırsat eşitliğini sağlamak yerine insanları puan aralıklarına istifleyen bir eşitsizlik giderek artmaktadır.
Bütün bu sorunlara çözüm bulmak için önümüzde bir fırsat bulunmaktadır. Uzun yıllardır çeşitli vesilelerle hep gündemimizde olan sınav sistemi, TEOG’un kaldırılmasıyla bir defa daha tartışılmaktadır. Bu durumu iyi değerlendirmeli, paydaşlarla istişare ederek geleceğimiz için yerinde ve isabetli politikalar oluşturarak, uzun vadede verim alabileceğimiz bir sistem kurmalıyız.
TEOG dolayısıyla tartışılan hususlara ilişkin şunu söylemek gerekir ki, ortaöğretime geçiş öteden beri sancılı olmakta, çeşitli sorunları beraberinde getirmektedir. Dahası, 2000’li yıllardan günümüze ortaöğretime geçiş sisteminde açık bir istikrarsızlığın olduğu görülmektedir. 2000’li yılların başlarında LGS uygulanmaktaydı. LGS, öğrencileri okul dışı kaynaklara ve özel derslere yönlendirmesi, aile bütçesine ek külfet getirmesi ve okulu önemsizleştirmesi, öğrenciler üzerinde ciddi bir sınav kaygısı ve stresi oluşturması nedeniyle değiştirilmiş, yerine, bahsedilen sorunları çözeceği iddiasıyla OKS getirilmiştir. OKS de, sınav kaygısı ve stresi azaltma, okul dışı kaynaklara yönelmenin azalması ve okulun daha önemli hale gelmesi, özel dersler ve dershanelere yönelik ilgiyi azaltma ve aileye ek yük getirmeme gibi vadettiği hususları başaramamış ve sözü edilen sorunların daha köklü bir şekilde devam etmesi nedeniyle kaldırılmıştır. İlginç olan, OKS sonrasında uygulanan üç aşamalı SBS ve tek aşamalı SBS de aynı gerekçelerle uygulanmış ve kaldırılmıştır.
Son olarak TEOG da bahsedilen sorunları çözmek üzere uygulamaya konulmuştur. Tek bir sınav yerine birden çok sınav telafisiyle yapıldığı için, TEOG ile birlikte sınavın öğrenciler üzerindeki baskısı azalmıştır. Bu durum, önceki sınavlarla (LGS, OKS, SBS) kıyaslandığında olumlu ve başarılıdır. Ancak, TEOG yerleştirme sistemiyle birlikte bütün liseler sınavla öğrenci aldığı için yerleşme baskısı daha da artmış ve bu durum yeni sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur.
TEOG’la birlikte bütün liseler sınavla öğrenci aldığı için, her bir lisenin taban puanı oluşmuş, böylece okullar arasında katı bir hiyerarşi ve sınıflama söz konusu olmuştur. Hâlbuki devlet okullarında görev yapan neredeyse bütün öğretmenler eşit niteliklere sahiptir ve bütün okullarda aynı müfredat okutulmaktadır. Buna rağmen, Fen, Sosyal Bilimler, Anadolu, İmam Hatip ve Anadolu Mesleki ve Teknik lise türleri arasındaki başarı ve kalite farkı maalesef daha da artmış, bu durum, fırsat eşitliği ilkesini derinden zedelemiştir. Bu süreçte, her okul TEOG taban puanına göre toplum tarafından “başarılı” ya da “başarısız” olarak etiketlenmeye başlanmıştır. Okulların çoğunun “başarısız” olarak etiketlenmesi, öğretmenlerin de motivasyonunu olumsuz etkilemiştir. Daha kötüsü, başarı düzeyi düşük öğrencilerin toplu olarak bir yerde eğitim alması, başarısızlığı körükleyen bir faktöre dönüşmüştür. Bundan dolayı, başarı düzeyleri farklı öğrenciler arasında söz konusu olan akran öğrenmesi ve tatlı rekabet maalesef mümkün olmamıştır.
Şu hususu da vurgulamakta fayda var. Bir öğrencinin kendi mahallesi dışında ve mahallesindeki liseden gerçekte hiçbir üstünlüğü olmayan bir liseye gitmesi, gereksiz kaynak israfına yol açmakta ve öğrencileri yaşadıkları muhitten uzaklaştırmaktadır. Aileler ise ek masraflarla karşı karşıya kalmaktadır.
TEOG’la birlikte tüm öğrencilerin puan üstünlüğüne ve tercihe göre merkezi olarak yerleştirilmesi yapıldığından, aileler, çocuklarını “iyi” bir liseye yerleştirebilmek için ellerinden geleni yapmaktadır. Bunun sonucunda, eğitim sistemi sınav başarısına odaklanmakta ve okullar adeta dershane gibi çalışmaya başlamaktadır. Dahası, yerleşen öğrenciler yerleştikleri liselerden memnun olmadığı için nakil yapmaya çalışmaktadır. Örneğin, 2015 yılında TEOG’a giren 1,1 milyon öğrencinin yaklaşık 450 bininin nakil talebinde bulunması, yerleştirme sistemindeki yaygın memnuniyetsizliği açıkça göstermektedir. Bundan da kötüsü, istediği liseye yerleşemeyen öğrenciler, haftalarca nakil yolu gözlemekte ve dönem ortasına kadar daha iyi bir liseye yerleşebilme ümidiyle yaşamaktadır. Nakil hakkı elde edenler ise, okul başladıktan haftalar sonra yeni okullarına geçiş yapmaktadır. Bu ise, eğitim takviminin normal seyrinde ilerlemesine engel teşkil etmekte, nakil yapan öğrencilerde de uyum sorununa yol açmaktadır.
Her yıl 100 bini aşkın öğrenci, istediği okula yerleşemediği için zorunlu olarak açık öğretim lisesine kaydırılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, geçmişte mahallesinde okula rahatlıkla kaydolabilen öğrencilerin öğretmenlerinden yüz yüze ve sınıfta eğitim alma hakları kısıtlanmaktadır.
Bütün öğrencilerin merkezi sınav performanslarına göre liselere yerleştirildikleri TEOG’un pozitif tarafları göz önüne alınarak, yerine daha işlevsel ve bahsettiğimiz sorunları da çözecek bir sistem için bu durum fırsat olarak görülmelidir. Aşağıdaki hususlara dikkat edilmesi durumunda TEOG yerine makul bir sistem kurulması mümkündür:
Öğrencilerin evlerine en yakın liselere sınavsız yerleştirilmelerine imkân veren bir anlayış benimsenmelidir. Böylece, öğrencilerin üzerindeki sınav baskısı kalkacak ve çoğunluğunun servislerle başka semtlere taşınmasına son verilecektir. Ayrıca, liseler heterojen bir öğrenci kitlesine kavuşacak, liseler arasındaki başarı uçurumu
kapanacak ve her liseden başarılı öğrencilerin çıkması mümkün olacaktır. Yani, başarılı, orta düzeyde başarılı ya da başarısız öğrencilerin çoğunluğu evlerine yakın liselere gideceği için, sınavsız liselerde de başarılı öğrencilerin eğitim alması sağlanacak ve böylece başarı açısından daha heterojen sınıflar oluşacaktır. Başarı düzeyleri farklı öğrencilerin bir arada eğitim görmesi ise, sınıf iklimi ve öğretmen motivasyonunu olumlu etkileyecektir.
Bununla birlikte, başarılı öğrencilerin az bir kısmının istedikleri liselere gitmelerine izin verilmelidir. Bu çerçevede, az sayıda lisenin sınavla öğrenci seçmesi sağlanabilir. Örneğin, fen ve sosyal bilimler liseleri ile belli sayıda Anadolu, Anadolu İmam Hatip ve Anadolu Mesleki ve Teknik liseleri sınavla öğrenci almalıdır. Böylece, özellikle maddi durumu elverişli olmayan ama çok başarılı gençlerin daha iyi liselerde eğitim alması mümkün olacaktır.
Millî Eğitim Bakanlığı, yeni bir sistem tasarımı yaparken, eğitim sistemini yakından bilen ve sorunlara vakıf olan öğretmenlerin ve yetkili sendika Eğitim-Bir-Sen başta olmak üzere, eğitimin bütün paydaşlarının fikir ve tecrübelerinden mutlaka faydalanmalıdır. Öğretmenlerin görüş ve önerileri, daha katılımcı bir şekilde eğitim reformlarına yansıdığı zaman, reformların daha etkin ve verimli bir şekilde uygulanması mümkün olacaktır. Öğretmenlerin karar verme süreçlerine katılımı, öğretmenlik mesleğinin statüsünü olumlu etkileyecek ve öğretmenlerin motivasyonunu daha da artıracaktır.
Ali YALÇIN Memur-Sen ve Eğitim-Bir Sen Genel Başkanı
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.