Nehir metaforunu kullanmanın tam zamanı olsa gerek.
Hep beraber bir nehir suları içerisinde yüzüp gittiğimizi düşündükten sonra, bir an için kıyıya çıkıp akışın nereye doğru ilerlediğini izlemek.
Birbirinden haberdar olmayan milyonlarca insanın seçim dönemlerinde yine birbirlerinden habersiz şekilde ortak bir refleks gösterebilmesi.
O refleks nedir?
İstanbul özelinde soruyu şöyle biçimlendirebiliriz:
806 bin kişi neden fikir değiştirdi, nasıl bir gerekçeyle, birbirlerini tanımadıkları halde ortak bir yönelim içerisine girebildiler?
Her seçimden sonra kazananların da kaybedenlerin de odaklanması gereken soru bu olmalı.
Siyaset geçmişe değil, geleceğe doğru yapılır.
Seçimler de geleceğe dönük atılacak adımlar, geliştirilecek inisiyatifler üzerinden değerlendirilmesi halinde kazanç ya da kayıp getirir.
Nehir metaforuna dönüp gidişata dair okumalar yapmaya çalışalım.
Birkaç yıldır Ortadoğu’dan, merkez üssü Körfez ülkeleri olan, Kuzey Afrika ülkelerini de, Türkiye kıyılarını da etkileyen yeni bir dalga yükseliyor.
Mısır’da, Suudi Arabistan’da, Birleşik Arap Emirlikleri’nde, Sudan’da, Libya’da, Tunus’ta büyük sarsıntılar oldu, olmaya devam ediyor.
Yakın zamanda Avrupa ülkelerinde yapılan seçimlerde olduğu gibi, buralarda da ‘Türkiye faktörünün’ güçlü yansımaları oluyor.
Tunus’tan yeni dönen bir tanıdığımız, Ekim’de yapılacak olan seçimlerin ana tartışma konusunun Türkiye ve Tayyip Erdoğan olduğunu söyledi.
Muhalifleri Nahda’yı, Tunus’u Türkiye’nin 82. vilayeti yapmaya çalışmakla suçluyorlarmış.
Birkaç gündür, İstanbul seçimlerinin bu saydığımız ülkelerdeki yönetimler ve yandaşları tarafından nasıl bir coşkuyla karşılandığına dair haberler okuyoruz.
Bu coşkunun gerekçesini sunan bir anket sonucu da var önümüzde.
İngiliz The Guardian Gazetesi’nde yer alan habere göre, Princeton Üniversitesi’nin yaşları 18 ile 29 arasında değişen Arap gençleri arasında yaptığı, 25 bin kişinin katıldığı bir anket bu.
Ankete katılan Arap gençler, ‘Güvenilir’ buldukları dünya liderleri arasında Tayyip Erdoğan’a yüzde 51 oranında oy kullanmışlar.
İkinci sıradaki Putin’e yüzde 28, Trump’a yüzde 12 oy çıkmış.
Körfez’de paranın, propagandanın ve fiili durumun gücüyle yeni bir düzen kurmaya çalışanların, bu konuda da ciddi mesafeler kaydetmiş olanların İstanbul seçimlerini coşkulu şekilde karşılamalarının gerekçesi bu.
O coşku halinin Türkiye’de karşılığını bulan halini görmek içinse yabancı dil bilmeye ya da tercüme haberlere bakmaya gerek yok.
İstanbul seçimlerini ‘Sonun başlangıcı’ olarak görüyorlar.
‘Başlangıcın sonu’ olarak da uzak bir takvime değil, sonbahara kadar vadeyi kısaltmış durumdalar.
Seçimlere normal şartlarda 4 yıllık bir süre olduğu halde, erken seçim kararı almanın Meclis’te aritmetik bir karşılığı olmadığı halde, vadeyi bu kadar kısa tutmalarını şu kısa vakit içerisinde yaşanabilecek bir şeylere umut bağlamakla açıklayabiliriz.
Bu bir şeylerin neler olduğunu da herkes biliyor.
Ekonomi çöksün, toplumsal olaylar peydah olsun, Erdoğan ülkeyi yönetme kapasitesini kaybetsin ki, bütün bunlar olabilsin.
Nehirden çıkıp, suyun akışını izleyip, ne yapmak gerekir sorusu üzerinden ilerlenmesi halinde, bu vahşi senaryoya bel bağlayanların temennileri bir kere daha havada kalacaktır.
CHP, İstanbul seçimlerini açık ara aldı ama bunu özlü bir değişim sinyaliyle değil, Ak Parti’nin seçmene karşı kullandığı kozları elinden alarak, kozmetik, seçime endeksli bir duruş sergileyerek yapabildi.
Genelleme yapmak istemem ama bu yıkıcı senaryonun aynı çevrelerde epeyce müşteri bulduğu da bir gerçek.
Öbür yandan bir değişim, dönüşüm ihtiyacı olduğu da ortada.
Ak Parti’ye destek veren çevrelerde İstanbul seçimleri sonrası artan eleştiri, özeleştiri çağrılarının önemli bölümünün iyi niyetli ve geleceğe dair endişeler üzerine bina edildiğini düşünüyorum.
Bu endişeler üzerine geliştirilen yapıcı tutumları dikkatle not etmek gerekir.
Ama bu yapılırken, yıkıcı senaryonun peşinde koşanların ekmeğine yağ sürmeyecek bir dengenin tutturulması da sanıyorum büyük kıymet arz ediyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Salı günü yaptığı açıklamaları tekrar hatırlatalım:
“Nerelerde eksiklik, kopukluk, yanlışlık varsa bunları gidermenin yollarını arayacağız. Buna göre da atmamız gereken adımları kararlılıkla hayata geçireceğiz. Milletimizin verdiği mesajları görmezden gelerek kulağımızın üzerine yatma lüksüne sahip değiliz.”
Değişim mantığı üzerine kurulu yeni bir politika inşasına ihtiyaç var.
31 Mart’tan sonra Erdoğan’ın gündeme getirdiği Türkiye ittifakı üzerinden yapılacak yumuşatıcı hamleler memlekete iyi gelebilir.
Yeni Şafak
Kaynak:Haber7
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.