Öncelikle yazıma güzel bir hikâye ile başlamak istiyorum....
Zamanında bir adam bir yılanın hayatını kurtarır, yılan çok teşekkür eder ve ona yarın bu vakitte yine buraya gelmesini söyler... Ertesi gün adam gider yılan ona ağzında bir altın getirmiştir, ve yılan adama hergün bu şekilde gelmesini can borcuna karşılık ona hergün bir altın vereceğini söyler. Adam ile yılanın dostluğu bu şekilde gelişir ve adam haliyle epey zengin olur. Yaşlanıp da hastalanan adam durumu oğluna anlatır ve bugün gidemeyeceğini onun gitmesini isteyerek yeri tarif eder. Kendini akıllı sanan oğul;
"Bu yılan hergün bi altın getiriyorsa ben bunu takip eder yuvasını ve altınların kaynağını bulurum onu da oracıkta öldürürüm..." diye düşünür.
Yılanla buluşur altını alır ve gizlice takibe başlar,yılan yuvasına geldiğinde kılıcıyla onu öldürmek ister ancak ani hareket yapan yılanın kuyruğunu keser ancak. Yılan o acıyla adamın oğlunu sokar ve öldürür.
Bir süre sonra adam iyileşir, ve yılanı bulur. ona; "unutalım aramızda olanları, dostluğumuz devam etsin..." der.
Yılan ise; "bende bu kuyruk sende de bu evlat acisi olduktan sonra biz artık dost olamayız." der.
Gelelim konumuza...
Milliyetçi Ülkücülük nedir?
Rahmetli Alparslan Türkeş ve Milliyetçi Hareket Partisi'nin siyasi çizgisini oluşturan, Türk-İslâm Ülküsünü ve Türk milliyetçiliğini esas alan siyasi bir harekettir.
Rahmetli Alparslan Türkeş'in "Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız" sloganı ile başlamış
Seyyid Ahmet Arvasi ve Dündar Taşer gibi ideologların girişimleriyle "Türk-İslam Ülküsü" denilen şeklini almıştır.
Türkeş, asker kökenli bir lider olarak Atatürkçülük konusunda tavizsiz idi. "Türk-İslam Ülküsü" fikrini şekillendirirken laiklik konusunda hassasiyetleri koruyarak Atatürk'ün Türk milliyetçiliği konusundaki fikirlerini ön plana çıkarmayı hedeflemişti.
Ülkü Ocakları ilk yürüyüşü olan “Milli Hareket Yürüyüşü”nü Ankara’da 1 Haziran 1968’de gerçekleştirmiştir. Ancak o güne kadar okullara hakim olan sol gruplar, ülkücüler üzerinde terör havası estirmeye başlamışlardır.
Ülkücüler okullardaki teşkilatlanmalarına hız verdiği bu dönemde Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğrencisi Süleyman Özmen, solcular tarafından 72 saat mahsur bırakılan arkadaşlarını kurtarmak için geldiği Yüksek Öğretmen Okulu’nda silahla vurularak şehit edilmiştir. Özmen’in şehit edilişi Devlet dergisinin 30 Mart 1970 tarihli nüshasında “Bir ölür bin diriliriz” manşetiyle kapağa taşınmıştır. Ankara Ülkü Ocakları Birliği yöneticileri bu dönemde Dev-Genç’li militanlar tarafından düzenlenen bir komplo sonucu cezaevine düşmüştür. Bu dava sürerken İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencisi Ülkücü Yusuf İmamoğlu, 8 Haziran 1970’te komünist militanlarca şehit edilmiştir. İmamoğlu’nun şehadeti üzerine Marmara Öğrenci Lokali’nde bir konferans veren Başbuğ Alparslan Türkeş, “Yusuf İmamoğlu Türk-İslam davasının ne ilk, ne de son şehididir. Aziz şehidimiz Yusuf İmamoğlu’nun ve diğer şehitlerimizin hesabı bir gün sorulacaktır” demiştir.
Ülke genelinde sol terör gittikçe azmış ve ülkeyi tehdit eder hale gelmiştir.
Sözde çağdaşlığı,ulusalcılığı ve özgürlüğü savunan Solcular aklınca demokrasinin ardına sığınarak insanları ;
tek tip düşünce,
tek tip devlet,
tek tip yaşam ile şekillendirmek istemiştir tıpkı günümüzde de olduğu gibi.
Geçmişi asla unutmamak gerek!...
Gelelim 12 Eylül darbesine...
Sağcısı da gördü zulmü Solcusu da!...
Demişlerdi ya; Bir sağdan astık birde soldan.
Solcu ölen masum kardeşlerimiz de sözde solcu aslında,solculuğun özgürlük ve bağımsızlık olduğuna inandırılıp bir iki yalan cümle ile süslendirilildikten sonra caziplestirilip; "Ben solcuyum" dedirtilmesi.
Yoksa kendileri gibi hain ve kalleş olsaydılar kıyarlarmıydı hiç?
Resimde görüldüğü gibi aslında o darbe Türk-İslam Ülküsüne yapıldı!..
Yargılanan Rahmetli Türkeş...
Peki ya Yapılan zulümler?
İtibarsızlaştırmak için masum gençler yarıçıplak vaziyette hakim karşısına çıkartılıyor.
Tutuklananların, Mamak Askeri Cezaevi'ne getirildiğinde gördüğü işkenceleri hiç düşündünüz mü?
Falakaya yatırılıp demir çubuk, cop ve sopalarla dövülüyor. Dayaktan dolayı vücudu ve ayakları şişen kişiler, işkence izlerinin yok edilmesi için sırtına binilerek ıslak beton zeminde yürümeye zorlanıyor. Bu işlemlere rağmen işkence izleri kaybolmayanlar yaraları iyileşinceye kadar hücrede tutuluyor. Üç aylık bebeği getirip, çırılçıplak soyup babasının karşısında su dolu bir bidona sokarak konuşturulmaya çalıştırılıyor. Tutuklu çırılçıplak soyulur, kurt köpeği üzerine saldırılıyordu. Gardiyanlar copu zeytinyağına batırıp yağlı copu tutuklunun makatına zorla sokup sonra bu copu kendisine ya da bir başka tutukluya yalatıyorlardı. Cezaevinde görev yapan gardiyanlar, genç tutuklulara merdiven altlarında zorla tecavüz ederlerdi. Ayrıca iki tutuklu çırılçıplak soyundurularak birbirlerine tecavüz etmeleri istenirdi. Veremlilerle, sağlam tutuklular birbirinden tecrit edilmez, aynı kapta yemek zorunda bırakılırdı. Aynı battaniyenin altında yatırılıyordu . Veremlilerin balgamları tahlil yapılacak bahanesiyle toplanıp, karavanadaki yemeklere karıştırılıp ve bu yemekler tüm tutuklulara yediriliyordu . Tecrit bölümünün alt katındaki bazı tuvaletlerin delikleri tıkanır. Hücrelerin pisliği ve lağım suları burada biriktirilir, diz boyu kadar oluşturulan pisliğin içine tutuklu atılır ve pislik yedirilirdi. Cezaevinde ağır işkenceler sonucu hayatını kaybeden Bedii Tan'ın arkadaşları yaşananları anlatıyor: "Ramazan geldi, 1982'nin Temmuz ayı. 'Oruç serbest,' dediler. Sahura kalkmak yok, iftar saat 20'den sonraydı. Bu 'oruç tutma' mesajıydı. Bedii Tan oruç tuttu. Betonda, üstümüz çıplak halde dünyanın idmanını yaptırıyorlar. Bedii'nin orucunun farkına vardılar. Kanalizasyon kapağını kaldırdılar, avuçla pislik yedirdiler. Bedii dayak yedi, yatağa düştü. Gardiyan çağırdı, kafasından bir bidon soğuk su boşalttılar. Yere yığıldı. Kalkması emredildi, güçlükle kalktı. Kalkmasıyla beraber, gardiyan bir tekvando hareketiyle dönüş yaptı ve botunun tabanını Bedii Tan'ın göğsüne indirdi. Adamcağız kafa üstü yere düştü. Yerde yatan Bedii Bey'in karnına bastılar. Bağırsakları ve böbreği patladı. Bedii Bey, 33 No'lu koğuşa girdikten 33 gün sonra öldü." Felat Cemiloğlu ise cezaevinde gördüğü işkenceyi şöyle hatırlıyor: "Bana da bir gün bir avuç dışkı yedirdiler de bu sallanan dişlerimden öyle kurtuldum" diyor mesela... "Tek ayak üstünde, duvar dibinde duruyorum. Ceza! Ama bir süre sonra yoruluyorum. Ayağım düşüyor yere, tutamıyorum. Emre itaatsizlik! Cezası: Duvarın dibinde, kanalizasyon kapağını kaldırdılar, bir avuç b..k alıp ağzıma attım. Sonra ağzımda pislik, hazırola geçtim, öylece duruyorum. Kıpırdamak yok, temizlemek yok, yere tükürmek yok. Öylece ağzım kapalı, kımıldamadan ayakta, hazır olda bekliyorsun. Bir süre sonra bıraktı, içeri girdim. Elazığlı arkadaş, ismi Ramazan. Allah razı olsun, bazı dişlerimi iple çekti. Çünkü temizleyemedim dişlerimi...." Edinilen bilgilere göre 171 kişinin 'işkenceden öldüğü' belgelendi. Fakat ben bu rakama inanmamakta ısrarcıyım! İdama mahkum olan masum gençlerimiz de cabası! Ve daha neler neler... Bunları araştırıp ve bir takım kaynaklardan destek alarak yazarken gözyaşlarıma hâkim olamadım. Son zamanlarda MHP’ye ve Lideri Devlet Bahçeli’ye yönelik medya üzerinden yapılan saldırılara bakıyorum da siyasette 40 kapı gezmiş, ideolojisini, davasını girdiği her kapıda satmış adamlar, MHP Lideri Devlet Bahçeli’yi istifaya davet ediyor. Kimi ihraç edilmiş, kimi milletvekili adayı yapılmamış. Bunun intikamını ise MHP Lideri Devlet Bahçeli’ye saldırarak almaya çalışıyorlar. Bunların dertleri ne MHP’nin başarısı, ne Türk milliyetçiliği davasına hizmettir! Hikâyede de belirttiğim gibi; MHP''de Evlat acısı, Solcu cuntasında da kuyruk acısı olduğu müddetçe bu dostluğun olması mümkün değil! Türkiye'de ki zulmün mimarı Solcuların ve CIA ile MOSSAD'ın hizmetkarı ihanet çetesi F.E.T.Ö.'nün desteklediği Meral Akşener'i halen seçmekte kararlımısın Milliyetçi kardeşlerim! Halen Meral Akşener gelsin diyorsanız eğer tek kelime YAZIKLAR OLSUN HEPİNİZE.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.