• BIST 9367.77
  • Altın 2955.021
  • Dolar 34.4743
  • Euro 36.41
  • İstanbul 6 °C
  • Ankara 16 °C

Mektuplar-1

Coşkun Otluoğlu

Goethe’den okudum bugün biraz. “Zaruret” diye bir kavramdan bahsediyor. Bizim İslam’daki kader inancının tıpkısı. Ben de buna, biliyorsunuz “büyük nehir” diyorum. Gücümüzün yetmeyeceği, değiştiremeyeceğimiz şeyler yani. Sizin dediğiniz “mecburiyet” gibi yani.

            Bu, zaruret-kader-büyük nehir her neyse işte bunun, yani bir fanusun içinde gibiyiz.  Sizin: “Gücün yetmiyorsa mecburen kabul edeceksiniz.” dediğiniz şey. İster kabul edelim, ister kabul etmeyelim bu değişmiyor. Sizin de dediğiniz gibi: “Çıkmak veya kalmak kişiye bırakılmamış.” İşte onun gibi bir şey.

İnsanın büyüklüğü içinin büyüklüğü kadardır. İnsan, içi kadar büyük; ancak evren kadar küçüktür. Her şey insanın içinde. Bu, iç âlemden veya dış âlemden dediğimiz fanustan çıktıktan sonra her şey bitiyor. O yüzden çok ciddi bakmayı gerekli görmüyorum. Sizin de dediğiniz gibi: “Çıkmak yani ölüm.”

Evet, elimizde olmayan bir şey için nedir bu ciddiyet? Şimdi sizin de üzerinde durduğunuz “sorgulanan hayat” meselesi var. Bu söylediklerimle hayatı sorguladığımı düşünüyorsunuz.

“Topluma hizmet yerine, bireyselleşmeye giden yolculuk.” diye biraz da eleştiriyorsunuz. “Toplumun acımasız.” olduğunu da ekliyorsunuz.

Toplumun çok acımasız yönü var bunu kabul ediyorum. Üstelik acımasız olduğu kadar kötü de. Yalnız sığınacağımız tek nokta içimizdeki kurulmuş güzel bir dünya ile mutlu olabilmek.

Şu sözlerinizle beni zaten destekliyorsunuz: “Toplum acımasız. Toplumun acımasız oluşunu çoğu kez doğal karşılıyoruz. Yani, toplumun acımasızlığı ve baskısı sanki doğalmış gibi.”

Evet, en güzeli insanın kendi iç dünyası. Başkalarına yaranma yok. Bencil miyim? Asla. Ama en güzeli kendi içimizde olan.

Kitapçıya giriyorum. Müzik dinliyorum. Bakıyorum o kitaplara dünyalar var. Müzik beni alıp götürüyor. İçimde bir yolculuk var. Akıp giden büyük bir nehir. İçime doğru. Hiçbir kimse bu yolculuğu durduramaz. Çocuklar, dostlar, hayatın kendisi, hiç kimse…

Sizin de dediğiniz gibi: “Olması gereken, ama hayata ayak uydurmaktan, olması gereken, hayal edilen maalesef olmuyor. Oyun yazılmış; kısaca, biz sahnedeyiz.”

İşte bu, o hayat işte kaderin kendisi. Zaruret, sizin deyişinizle zaruretin zorunluluk olması durumu. Kesinlikle söylemek istediğim bu.

“Düşünülerek yapılan kötülüklere masumca bakamam.” diyorsunuz. “Böylece hayat acımasızlaştırıyor, polyana olamayınca hayat acımasızlaştırıyor.”

Ben, mutsuzluğumuzun sebebinin bu olduğunu söylemeliyim. Ayet var: “İnsan ne kadar zalimdir.” Hatta: “Ne kadar nankördür.” diyor. Ayrıca sizin eklediğiniz diğer bir husus da: “İnsan içini dinlemeye ancak kendine zaman ayırabildiği noktada gerçekleşiyor.” İnsanın kendine zaman ayırması keyif verici. Takdir edersiniz ki bu hep böyledir. Bu çok doğru. Ama insanın kendisine zaman ayırması günümüzde oldukça güç.

            Benim için sizin yeriniz hep farklıdır. Her zaman kalbimin bir köşesindesinizdir, bunu biliyorsunuz.

            Bir dahaki mektupta görüşmek dileği ile hoşça kalın.

 

 

 

 

Bu yazı toplam 3206 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 4
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Duyuru Gazetesi | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 02164912882 05323834739 Faks : 0216 4917113