Milli Eğitim Bakanlığı, salgın sürecinde maske, dezenfektan, siperlik vs. üreterek edindiği tecrübeyi deprem yaralarını sarmak için de hızlıca devreye soktu.
Büyük bir özveri ile gidebilen öğretmen ve idareciler deprem bölgesine giderek oradaki çalışmalara katıldı, gidemeyenlerse bulundukları il ve ilçelerde yardımların toplanması, tırların yüklenmesi gibi önemli görevler üstlendi.
İlk günlerin ardından ihtiyaçlar değişti ve okullarda çadır ve uyku tulumu dikilmeye, sobalar yapılmaya, ekmek üretilmeye başlandığını gördük. Bir yandan psikolojik destek ekipleri kuruldu, çadır kentlerin kurulmaya başlanması ile de çadır kentlerde oyun ve eğitim faaliyetleri düşünüldü.
Okulların durumu hızlıca incelendi, sınavlarla ilgili önlemler alındı, öğrencilerin nakilleri öğretmenlerin görevlendirilmeleri derken sürecin ön alınarak görece iyi yönetildiğini gördük.
Bir deprem ülkesi olarak asrın felaketi dediğimiz son depremin ardından bütün kurumların, planların, senaryoların gözden geçirilmeye ihtiyacı olduğu gibi MEB de benzer süreçlerde neler yapması gerektiğini yeniden değerlendirmelidir. Özellikle okullarda üretim yapmanın mantığı, üretim zincirinin her bir halkası ile masaya yatırılması gerekmektedir.
Bir ilke olarak her kurumun kendi alanı ile ilgili faaliyetlerine öncelik vermesi beklenir. Felaket bölgesine yakın illerde seri üretimi yapılabilen ekmek gibi ihtiyaç malzemelerinin, bin kilometre uzaktaki bir şehrin okullarında üretilmeye çalışılması, bu üretim için yüklü miktarda makine ve malzeme bedeli ödenmesi, elektrik, vergi, sigorta vs. gibi giderleri olmadığı halde piyasadan daha pahalıya üretim yapılması gibi birçok açıdan bir muhasebeye ihtiyaç vardır.
MEB bu alandan çıkmalı, rol çalan görüntüsünü değiştirmeli ve depremlerin yıkıcı, öldürücü etkisini artıran insan faktörüne odaklanmalıdır. Depremle beraber toplumun daha üst perdeden tartışmaya başladığı iş ahlakı üzerine çalışmalarla işe başlanabilir. Her dersin müfredatına bu gözle yeniden bakarak erdemi öne çıkarmanın yolu bulunmalıdır.
Eğitimciler olarak erdemi, ahlakı, meslek ilkelerini, insan hayatının kutsallığını, kul hakkını… biz eğitimciler değil de topluma sosyal medya fenomenleri mi yerleştirecek? Kader, bilim, tedbir, tevekkül gibi kavramları, daha cenazeler defnedilmeden kavgaya tutuşanlar mı yeniden temellendirecek? Bilim adamlarının din adamları ile kavgasını topluma kim tanımlayacak?
MEB ürettiği sembolik ürünlerle değil felaketten çıkardığı dersler ve alacağı önlemlerle öne çıkmalıdır. Kendi işini hakkıyla yapamayıp başka alanlarda yaptıklarıyla öne çıkmaya çalışmak zaman kaybıdır, emek israfıdır. Çocukların, okul harçlığı ile deprem yardımı yapması, okulların üretim yapmasından çok daha eğitim değeri taşıyor kanımca.
Eğitimciler olarak yirmi dört yıldır ülkemizde, “çök, kapan, tutun” seviyesinin ötesine geçemeyen deprem bilincini; iş ahlakı, iş başında eğitim, vicdani ve tarihi sorumluluk, soran-sorgulayan tüketici, Mimar Sinan’ın mirasçısı mimar ve mühendis bilinci gibi seviyelere taşımalıyız. Ders kitaplarının içeriğinden görsellerine, fakültede ders işleme biçiminden diplomalara yüklediğimiz anlama kadar yeniden düzenleme yapılmalıdır.
Bütün bunlar herkes kendi işine yoğunlaştığı gün doğal olarak gelişecek ve depreme dayanıklı ülke olabileceğiz.