Depremle beraber bir insanlık sınavından geçiyoruz. Toplum olarak bir yönümüzle fedakârlığın, iyiliğin, yardımlaşmanın, acıları paylaşmanın, yaraları beraber sarmanın ve hayata yeniden tutunmanın destanını yazıyoruz, çok iyi sınav veriyoruz. Bir yönümüzle ise akla ziyan işler yapıyor ve sınıfta kalıyoruz.
Öyle tavırlara, öyle açıklamalara şahit oluyoruz ki toplumun yüzyıllar öncesinden getirdiği en basit nezaket kurallarına ne oldu, neden kimse bunları hatırlamıyor, biz ne zaman bu hale geldik böyle diyoruz.
Cenazenin ardından günlerce televizyon dahi açılmayan evlerin, köylerin büyükleri nereye göçtüler acaba? Ailesinden hayatta hiç kimsesi kalmamış, adını daha söyleyemeyip yapayalnız kalan yavrulardan da mı etkilenmiyoruz?
Birileri ne zaman çıkıp da batsın sizin kör dövüşü kavgalarınız, bitmeyen hırslarınız, doymayan iştahınız diyecek? İki haftada mı sabredemediniz? Enkaz altındaki bebeklerden, kadınlardan, yaşlılardan da mı utanmayacaksınız?
Siyasi görüşümüzden, durduğumuz yer ve geldiğimiz gelenekten, temsil ettiğimiz ne varsa hepsinden, kısacası sakini olduğumuz mahallemizden dolayı, önümüzdeki tabloda en küçük ihmali olanın vebalini taşımak, mazur görme veya gösterme mecburiyetimiz yoktur. Herkes hesabını versin, vermeli ve gördüğümüz kadarı ile de verecek.
Ancak, muhalif olmanın da bir ahlakı, ölçüsü ve ayarı olmalı değil midir? Hatta muhalif olmak doğası ve pozisyonu gereği daha sempatik ve daha çok hakkı savunan olmalı değil midir? Acılar içindeki insanlar nasıl bu kadar tahrik edilebilir, bu kadar yalan yanlış bilgi bombardımanına nasıl tutulabilir?
Yalan bilgi yayarak cinayet işleyenle, onlarca kişinin oturduğu binanın kolonunu keserek, demirini, çimentosunu çalarak cinayet işleyen kişinin ne farkı vardır? “Baraj patladı, kaçın” yalanı ile en kritik zaman diliminde, sekiz saat arama kurtarma çalışmasına engel olan yalancı, kaç kişinin hayatından sorumludur sizce?
Hangi kutba dahil olursa olsun, her ihmalin bedelini ödeyen geniş kitleler olarak, öncelikle aşmamız gereken bir engelimiz var. Bizim ülkemizde hiçbir şey üretmediği, ortaya bir başarı hikâyesi koymadığı halde sadece konuşarak, sert açıklamalar yaparak, toplumu tahrik ederek, bilimi tekelinde zannederek, zorda kalan insanımıza hakaret ederek siyaset yapan, hocalık taslayan, sosyal medya yöneten vs. bir yığın işe yaramaz sahte kahramanımız var.
Bunlar konuşur, yazar, bağırır, azarlar ve her konuda ahkâm keserler. Bunlara göre her defasında suçlu toplumdur. Bu toplum ve bu toplumun seçtiği yöneticiler, hiçbir zaman bu bilim insanlarını anlayacak, onların dediğini yapacak seviyeye ulaşamamıştır! Biz hep ya yapmadıklarımızdan ya da seçimlerimizden dolayı suçluyuzdur!
Aslında toplumumuz feraseti ile kırmamız gereken bir kısırdöngünün farkında. İnsanımız kaynak üretmek, ekonomik olarak güçlenmek, nitelikli insan yetiştirmek, binalarımızı, şehirlerimizi dönüştürmek ve bunları yaparken zor günleri beraberce aşmak gerektiğini çok iyi biliyor ve bunca provokasyona rağmen bunu başarıyor.
Bugün ihtiyacımız olan ölümlerde ihmali olanlardan hesap sorar gibi yalan ve kasıtlı haber yaparak felaketi daha da ağırlaştıranlardan hesap sormaktır. En temel nezaket kurallarını ihmal edenleri not etmektir. Deprem bölgesinde fedakârca çalışanla, sadece laf üretenleri ayırt etmektir.
Bu süreçte yıkılan binaların inşa sürecinin her bir halkasında yer alanların yanında; sadece konuşanlar, toplumun acısına saygı duymayanlar, problemleri sıralayıp çözüm üretemeyenler de sınıfta kalmıştır.