Yaklaşık 40 yıl önce Selefi Cuheyman liderliğindeki sayısı 500 ila 1000 arasında değişen bir grup isyancı Kâbe’ye baskın düzenledi.
İsyancılar, kraliyetin yönetimi bırakması, Suudi Arabistan'ın batılı süper güçlerle olan ilişkilerini sonlandırması, batı ülkelerine petrol satışının durdurulması ve yabancı askeri üslerin kapatılmasını da içeren bir dizi siyasi talebi dile getirdi.
İsyanı bastırmak için önce sayıları 10.000’i bulan Suudi Ulusal Muhafızları sonra da Pakistan'dan gelen özel eğitimli komando birliği devreye girdi ancak geri püskürtüldü.
Nihayetinde Fransız terörizmle mücadele birliğinin çağrılmasına karar verildi. Ancak gayrimüslimlerin Mekke'ye girmeleri dinen yasaktı. Bu yasak, dönemin Mekke Kadısı Bin Bas' ın verdiği bir fetva ile halledilmiş ve Fransız askerlerin Mekke'ye varmalarından önce kâğıda yazılmış Kelime-i Şehadet okutulmasıyla Kâbe'nin etrafına konuşlandırılabilmişti.
Neticede sinir gazı kullanan Fransız Komandoları en son olarak Kâbe ve dehlizlere pompalanan sulara elektrik verilmesi ile içeridekilerin çoğunu öldürmüş ve Kâbe’ yi kurtarmıştır.
Unutulmuş bu olayı ilk okuduğumda: “Nasıl olurda 1,5 milyarlık nüfuslu Müslüman dünyasında iyi yetişmiş bir askeri birlik olmaz ve Fransızların insafına kalmışız?” diye sormak geldi aklıma.
Batı karşısında iki yüz yıldır yeniliyoruz ve geri çekiliyoruz. Osmanlı, İslam medeniyetinin son sancaktarı olarak yüz yıl önce parçalandığında, imamesi dağılan bir tespih gibi, tüm İslam coğrafyası büyük bir kaosa girmiş oldu.
Medeniyetimizin en parlak yanları, insanlığa ışık saçan özellikleri kayboldu. Kelam sustu, Hikmet kayboldu, ilim söndü, şiir bitti, edebiyat küstü.
Bir zamanlar Batı’nın hayranlıkla izlediği Medeniyetimizi bunlar yerine şiddet, terörizm, cehalet algısı temsil etmeye başladı.
Osmanlının dağılışından bu yana 1,5 milyarlık İslam dünyası paramparça ve nerede bir savaş varsa orası İslam coğrafyası maalesef.
Müslümanlar hem fail hem de mağdur durumdalar.
Fransız devriminin öncüleri, işgal ettikleri topraklarda asla o devrimin ilkeleri olan Hak, Eşitlik ve Özgürlüğü hayata geçirmemişlerdir. Eğer öyle olsaydı, bugün Frankofon Afrika’nın bütün merkezleri Paris; Anglosaksonların başkentleri de birer Londra olması gerekmez miydi?
İslam dünyasındaki çatışmaların en önemli malzemesi kuşkusuz ithal edilen silahlardır. Bu yönüyle, yaşanan çatışmaların sürmesinin Batılı silah üreticilerinin çıkarına olduğu aşikârdır. Uluslararası barışı sağlamak adına kurulan Birleşmiş Milletler’in (BM) daimi üyeleri olan ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin, dünyanın en büyük silah üreticisi ülkeleridir.
Peki, hep böyle şikâyet mi edeceğiz? Dünya petrol ve doğal gaz kaynaklarının neredeyse üçte ikisine sahip olan İslam dünyasının yapacak hiçbir şeyi yok mudur?
En başta üretmeliyiz. Bilgi üretmeliyiz. İslam dünyası ihtiyacı olan ne varsa birbiri ile paylaşmalı ve mevcut bilgiden daha ilerisini üretmeli.
Önceliklerimiz arasına İslam dünyasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi ve geliştirilmesi fikrini koyabilirsek, teşkilat içerisindeki kurumlar etkin, canlı, dinamik olur ve ümmetin ortak çıkarlarına hizmet eder.
İslam dünyasının kendi içinde ticari ve ekonomik ilişkilerini artırmasının, bilim, sanayi, araştırma geliştirme alanında daha çok iş birliği yapmasının, öğrenci değişimi gibi kültürel etkileşim araçlarını öncelikleri arasına almasının tıpkı "Avrupalılık bilinci" gibi "Müslümanlık Bilincinin” gelişmesini sağlar.
Yukarıda yazdıklarım gerçekten samimi olarak kalben dilediğim düşünceler. Fakat Müslüman dünya liderlerinin birçoğu kukla olduğundan ve batının menfaatlerini ümmetin menfaatlerinden önde tuttuklarından işimiz zor.
Örneğin Hafter, İsrail, BAE-Mısır hattının sadece Türkiye'nin değil Libya’nın ve İslam Coğrafyasının çıkarları aleyhine var ettikleri bir aktördür.
Fransa'nın diplomatik ve askeri, Rus paralı askerileri Wagner'in muharip desteğini ve ABD'nin himayesini arkasına alan Hafter, Libya'yı Doğu Akdeniz'de Türkiye karşıtı oluşturulan bloğa dahil etmekle mükellef bir alt yükleniciden öte biri değildir.
Doğu Akdeniz'de Türkiye ve Libya arasında imzalanan anlaşmalar neticesinde ortaya çıkan deniz alanları ile Yunanistan'ın sunduğu ve AB'nin desteklediği haritalar arasındaki farka bakıldığında Hafter'in nasıl bir görev yüklendiği açıkça görülmektedir.
Yunanistan bu haritayı ilk defa 2005 yılında yayınlamış. Belki de İsrail doğalgazının Avrupa’ya ulaşması ve Yunan menfaatleri için Arap baharı yaşanmış, Kaddafi yıkılmış, Türkiye aşağılık Fetö terörüyle yüz yüze kalmıştır.
İlk defa Deniz Kuvvetleri’nin gündeme getirdiği Mavi Vatan için, Türkiye’nin kıta sahanlığı, deniz tabanındaki işletme hakları için daha da önemlisi batının yazdığı oyunu bozabilmek için Türkiye’nin Libya hamlesi kesinlikle doğrudur.
Türkiye, savunma stratejisini değiştirip savunma hatlarını sınırın ötesine taşıyarak hakkını ararken bir yandan aslında gücünü, liderliğini ve vizyonunu ortaya koyuyor.
Yani inşallah kalıcı barış olur ve gerek kalmaz ama asker göndermemiz gerekirse Libya krizi ve Doğu Akdeniz'in geleceği açısından bir son değil yeni bir başlangıç olacaktır.
Tespih tanelerini oluşturan liderlerin değil fakat halkların gözü imamesini takip etmektedir. Bir gün tespih tamamlandığında imame, iki yüz yılın özlemiyle ayrım yapmadan teker teker hepsinin hatırını soracak özlem giderecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.