Nitekim ilk geceki açıklamada kendilerine yönelen bu ilave oy, emanet olarak tanımlandı. Bu emanet oyların, kabaca iki gruptan kaynaklandığı düşünülüyor: Daha önce AkPartiye oy vermiş olan Kürt kökenli seçmen ile bütün motivasyonunu Tayyip Erdoğan nefretinden alan ve meclise dördüncü partinin girmesi halinde Tayyip Erdoğan’ın iktidardan düşeceğine “bir şekilde inanmış” ulusalcı, muhalif kitle. İktidarda olanın AkParti olduğu, Tayyip Erdoğan olmadığı gibi düzeltici söylemler, Tayyip Bey’e kilitlenmiş güdümlü zihinlere sahip bu ikinci kitle için üzerinde durulması yersiz ifadeler olarak algılanmakta dolayısı ile tesirsiz kalmaktadır.
Hani derler ya, Allah her şeyin hayırlısını versin. Bu oy oranı da öncelikle HDP ile terör örgütünün arasını bozdu. Ömrünü terör örgütü çatısı altında geçirdiği için hayatını düzene sokamamış, evlenmemiş, çocuk sahibi olup “arkadaşlarıyla” hoşça vakit geçirememiş örgüt yöneticileri –unutmayalım yaşları da altmış civarında bulunduğundan- bu saatten sonra iki çocuk sahibi, “saz çalan bir dünkü çocuğun” kendilerini gölgeleyeceğini görmüş ve buna isyan etmişlerdir.
Gerçek hayatta tam olarak ne istediği bilinmeyen “gizemli” terör örgütünün, silahlarını betona gömüp eylemci kadrosuyla sınır dışına çıkması, 2013 tasarımı çözüm sürecinin en önemli hedefiydi. HDP, terör örgütüne söz geçirebilecek, onun meşru alandaki temsilcisi olarak öne çıktı, müzakereleri yürüttü. Öcalan’la görüştüler, Hükümetin uygulamalarına görüş ve katkı verdiler.
Ancak hemen Suruç olayları öncesi, HDP’li yetkililer, halkın oyunu aldıkları halde velinimet olarak terör örgütü ve onun çeşitli adlar altındaki oluşumlarından başka kimseyi tanımadıklarını açıklamaya başladılar. Bu politika, aldıkları yüksek oy oranı karşısında terör örgütünün tepkisini yumuşatma, ona yaltaklanarak kişisel pozisyonunu ve partinin sürekliliğini sağlamanın da pratik bir yolu olarak görülebilir.
Suruç olaylarının akabinde başlayan terör örgütü saldırılarına, Tayyip Bey ve Davutoğlu’nun kararlı tutumu sonucu başlayan devlet operasyonları ile çok ciddi ve sonuç alıcı karşılıklar verilmeye başlandı. Bu süreç içinde HDP'ye kızgınlığımız, halkın oyunu aldığı halde terör örgütünü veli nimet olarak görmekte ısrar etmesi; halkın verdiği meşru gücü, halkın aleyhindeki bir yapıya teveccüh olarak -ses sanatçısının şarkı söyledikten sonra gelen alkışlar için arkasındaki saz ekibini işaret etmesi gibi- lanse etmesi nedeniyledir. Yani, çözüm sürecinde kendisine yüklenen misyona uygun olarak sözünün terör örgütüne tesir edeceği sanılmış ancak tam tersinin, yani HDP ismindeki bu meşru siyasi yapının bizzat terör örgütünün sınırlamalarıyla malül olduğu ortaya çıkmıştır.
Süreç boyunca operasyonların durdurmasına yönelik olarak Demirtaş ve Yüksekdağ, terör örgütüne değil, devlete seslenmiş, garip çağrılarda bulunmuş ve ayar vermeye kalkışmıştır. Şimdilerde terör örgütüne de cılız bazı önerilerde bulunarak kanaatimizce denge sağladığını göstermekte ve olmayan bir şeyi oldurmaya; toplumda sözleriyle terör örgütüne etki edebileceği konusunda etki uyandırmaya çalışmaktadır.
Terör örgütü üzerinde gücü ve etkinliği olamayan bir HDP, içi boş hamasi söylemlerle devlete ayar vermek üzere mi kurulmuştur? HDP'yi yöneten kadro, devlet yetkililerine yalan söyleyerek aslında üzerinde hiçbir iktidar, güç, tasarruf yetkisi bulunmadığı bir örgütü “temsil” adına devletle görüşmesi zaman, imkan ve prestij kaybına yol açmıştır. Çözüm sürecindeki onca emeğin heba olmasından öncelikle HDP parti bürokrasisindeki yetkililer sorumludur.
Bugün üstünde durulması gerekli noktada, terör örgütü yöneticilerine söz geçiremeyen HDP’nin mevcut yönetici kadrosu, derhal istifa etmeli ve yerlerine terör örgütü yetkilileri üzerinde gücü olacak siyasiler gelmelidir. Sistem olarak bunun mümkün olamayacağı söyleniyorsa o zaman terör örgütünün meşru zeminde bir temsilcisi olamayacağı ortaya çıkmaktadır.
Terör örgütü, çözüm sürecinde samimi olmadığını başka delillerin yanı sıra; gerçekte temsil kabiliyeti olmayan bir kadroyu vitrinde tutup kendi adına müzakere yapmasına izin vererek çok net bir biçimde ortaya koymuş bulunmaktadır. Diğer yandan terör örgütünün, çevresel unsurlarıyla birlikte kendince ciddi bir “ekonomik ve sosyal ağ” oluşturması, -tasfiye sürecinin en basit şirketlerde bile birkaç yıl sürmesi bilinmekteyken- bu yapıda hiçbir düzenleme yapılmaması, örgütün tasfiyesini değil imhasını beklediği sonucunu ortaya koymaktadır.
Bundan sonra ne olur? Devletin operasyonları, son terörist Türkiye’den ayrılıncaya kadar sürer. Bu sonuca ulaşmada yardımcı olacak iki önemli araçtan ilki, teröristin ihbarını ödüllendiren mekanizma henüz yürürlüğe girmiş olup elini kolunu sallayarak etrafta rahatça dolaşan teröristlere gezinti sınırlaması getirecek, hareket alanlarını daraltacaktır. Diğer uygulama teröre bulaşmış olan şahısların vatandaşlıktan çıkarılması ve sınırdışına sürgün edilmesi uygulamasıdır. Seçimlerden sonra yürürlüğe girmesi beklenen bu uygulama ile Anadolu’da arzu edilen barış ve asayiş ortamı tesis edilecektir.
Seçim hükümetinde iki bakanlık almış olan HDP, bu durumu kendisi açısından meşruiyetinin onaylanması olarak görmektedir. Mecliste yer almış olan diğer üç parti, HDP’nin bakanlık alması nedeniyle terör örgütünün bakanlık aldığı yönünde birbirlerini suçlayıcı propaganda yapmaktadır. HDP’ye oy veren seçmenin rencide edilmemesi, HDP’nin bir etnik kimliği temsil etmemesi bakımlarından hiç olmazsa AkPartinin, HDP’yi terör örgütü ile bir gören söylemi, kullanmaktan kaçınarak Türkiye’nin yarınları için geçmişte olduğu gibi Kürt seçmeninden de desteğini yine kendisine vermesini istemeli, belki de “1 Kasım” stratejisinin merkezine bu fikri oturtmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.