• BIST 8945.8
  • Altın 3033.718
  • Dolar 34.2777
  • Euro 37.0994
  • İstanbul 15 °C
  • Ankara 5 °C

Eğilmeyen Adam Mehmet Akif ERSOY

Edib Ahmet Ceylan

Malumunuz Türkiye Cumhuriyeti Devleti birinci cihan harbinde mağlup olmuş bir toplumun bakiyesi üzerine kurulmuştur. Bu kurma işi büyük fedakarlıklarla, büyük kayıplarla, büyük ıstıraplarla olmuştur. O zamanın şartlarında korunması gereken idealler vardı. Bu koruma görevi önce Türk silahlı kuvvetlerine ve gençliğe bırakılmıştır. Çünkü Türk milleti sınıflı bir toplum değildir. Milli mücadele bir sınıf mücadelesi değildir. Bir sınıfın öncülüğünde yapılmamıştır. O yediden yetmişe bütün millet evlatlarının gerçekleştirdiği bir halk hareketidir.

  Milletleri millet yapan onun inanç ve idealleridir. Bu bizim için binlerce yıllık Türk Tarihi ve Türk kültürüdür. Bu kültür varlığımızın milli birlik ve beraberliğimizin yücelişimizin manevi bir simgesidir. Kültürümüze, devletimize hizmet etmiş birçok dava ve devlet adamı vardır.

           Milletimizin yetiştirdiği müstesna insanlardan ilim, irfan, kültür ve sanat sahibi olan milli manevi düşünceleriyle insanlığımıza büyük ufuklar açan ve heyecan kazandıranlardan biri de Mehmet Akif ERSOY’ dur.

  Akif’in fikir bahçesinde her şeyin en iyisini, en güzelini ve en doğrusunu bulmak mümkündür.

           Akif, 20 Aralık 1873’te İstanbul’un Fatih İlçesinin Sarıgüzel mahallesinde doğmuştur. Babası, Kosava’nın İpek Kasabasından Temiz Tahir Efendi, annesi ise Buhara asıllı bir ailenin kızı olan Emine Şerife Hanım’dır. Akif’in birde Nuriye adında bir kız kardeşi vardır. Akif babasının ölümünden sonra evleri yandığı için, Akif’in gençlik yılları sıkıntı içinde geçmiştir.

          İlköğretime dört yaşında Fatih civarındaki “Emir Buhari” mahalle mektebinde başladı. Daha sonra Fatih Merkez Rüştiyesini bitirdi. İstanbul İdadisini bitirdikten sonra,1893 yılında Halkalı Sivil Yüksek Baytar Mektebinden birincilikle mezun oldu ve aynı yıl 25 yaşında İsmet hanımla evlendi. Bu evlilikten Cemile, Feride, Suat adlarında üç kızı ve Emin, Tahir adlarında da iki oğlu olmuştur.    

            Akif, Öğretim yıllarında karşılaştığı iki felaketten birisi babasının ölümü, diğeri ise evlerinin yanmasıdır. Yayınladığı ilk şiiri “Mektep” dergisinde çıkmıştır.

           Okul yıllarında spora büyük ilgi gösteren Mehmet Akif Ersoy mahalle arkadaşı Kıyıcı Osman Pehlivan'dan güreş öğrendi.

           Şiire olan ilgisi okulun son iki yılında yoğunlaştı. 6 ay içinde Kuran'ı ezberleyerek hafız oldu. 1895′te Mektep Mecmuasında “Kuran'a Hitab” adlı şiiri yayınlandı.

           Rumeli, Anadolu, Arnavutluk ve Arabistan’da görev yapmıştır. Arkadaşı olan Eşref Edip’le birlikte “Sırat-ı Müstakim” ve “Sebil-ür Reşad” dergilerini çıkarmıştır.

           Memurluk hayatı 1893-1913 arasında sürdü. İstifa ettiği sırada Halkalı Ziraat Mektebinde kompozisyon, Darülfünunda Edebiyat Dersleri veriyordu. Meşrutiyetle birlikte şiirlerini ve mensur yazılarını Sırat-ı Müstakim ve Sebil-ül Reşat’ta yayınlarken bir yandan da memur olarak çalışıyordu.

           Meşrutiyetin ilanından sonra Akif , “Safahat” şairi olarak tanındı. Ülkenin dert ve sorunları onu kendine çekmişti, böylece “Safahat”tan sonraki bölümlerde tamamen sosyal konulara yöneldi. Küfe ve Seyfi Baba, bunun en güzel örnekleridir. Bu arada gittikçe artan bir imanla “İslam Birliği “ ülküsüne bağlandı ve bunu hayatının bir parçası olarak gördü. Mısır seyahatinden döndükten sonra sadece şiir veya makale yayınlamakla kalmadı, camileri dolaşarak vaazlar da yapmaya başlamıştır.

           Hakkın Sesleri” yayınlandı. Dördüncü Kitap ”Fatih Kürsüsü“ dür. Bu kitapta “cehaletten kurtulmak, tembellikten uzaklaşmak, batı medeniyetini gerçek yüzüyle görüp, tanımak” gibi görüşleri savunmuştur.

           Akif, bir görev gereği, 1914 yılında Almanya’ya gider. Oraya vardığı zaman kendisine büyük bir otelde geniş bir oda ayrılır; fakat o burada kalmayı kabul etmez ve tren istasyonu karşısındaki üçüncü sınıf bir otele yerleşirken Almanya'nın tarihi boyunca hiçbir ferdinde göremeyeceği bir fedakarlık ve fazilet örneği gösterir.

           Akif, Almanya’da ilk iş olarak İngilizlerle aynı safta bize karşı çarpışırken, esir düşen Müslümanlarla görüştü, onlara Osmanlı Devletinin durumunu anlattı; “Hilali” kurtarmak gayesi ile savaşa sürüldüklerini söyleyerek pişmanlıklarını ifade etmeleri karşısında;

“Bizim en büyük derdimiz cehalettir. Onu yenmedikçe, hiçbir ciddi ve şerefli netice elde edilemez. Bence İslamın büyüklerinin yapacağı tek şey, birer medeniyet ve irfan mücahidi hüviyeti içinde diyar diyar gezmek ve irşad etmek ” vardır diyerek memleket için yapılması gereken ilk ve en önemli çalışmanın ne olduğunu ortaya koymuştur.

           Akif, Almanya’dayken Çanakkale Savaşı bütün şiddetiyle devam ediyordu. Başka cephelerde de savaşın şiddeti Çanakkale’dekinden az değildi; ama millet bütün ümidini Çanakkale Savaşının neticesine bağlamıştı. Savaşın kazanılması Cihan Harbinin seyrini bizim ve müttefiklerimizin lehine belki değiştirirdi.

           Akif, İngilizlerin despot planları karşısında ümidini Çanakkale’ye bağladı, “Allah Allah” sedaları, namertlerin çelik namlularını karton borular gibi buruşturup yerin dibine batırırcasına, alın terleri gibi tuzlu ve temiz boğazın sularına gömünce, heyecanla hep bu anı bekleyen Akif,“Demek ki ölmüyoruz haydi arkadaş gidelim” diye haykırarak; Almanya’dan öyle coşku ve heyecanla döndü ki, Necip çölleri bile onun vatan toprağının en uzak köşelerine kadar gitmesini engelleyemedi.

           Akif, 1914 ‘ten sonra bazı manzumeleri birleştirip Safahatın beşinci kitabı olarak bilinen ”Hatıraları” yayınladı.

           Birinci Dünya Savaşının aleyhimize sonuçlanmasından sonra Mehmet Akif Ersoy, Anadolu’da başlayan teşkilatlara katılımı sağlamak için “Balıkesir” de camilerde halkı uyarıp, direnmeye çağırmıştır. Konya İsyanını bastırmaya koşmuş oradan Kastamonu’ya gitmiştir. Orada da “Nasrullah Cami”in de o ünlü konuşmasını yapmış, bu konudaki görüşleri daha sonra yazılı metin olarak halka dağıtılmıştır.

           Akif, 1921’de Ankara’ya dönünce 25 Aralık 1921 de “Büyük Millet Meclisine “Burdur Milletvekili olarak girdi, Maarif Bakanlığının açtığı yarışmada “İstiklal Marşını” yazdı. Katılan 724 şair arasında birinci oldu. Verilen ödülü ise kabul etmedi. Saatlerce düşünerek, milletin imanını ve heyecanını dile getirdiği marşı vatanın, milletin ve dinin bekçisi olan “kahraman ordumuza” ve millete armağan etti. Akif, zaferden sonra Abbas Halim Paşa'nın daveti üzerine Mısır'a gitti. On yıl orada kaldı. Kışın Mısır’da yazları İstanbul'a geliyordu. Geçim derdini Paşa hallediyordu. Bu arada “Asım” yayınlanmıştı. Asımdan sonra “Gölgeler” yayınlandı.

            Akif, bir yandan eğitim görürken, diğer yandan da oturduğu fakir mahallenin yoksulluk, çaresizlik ve düşkünlüğüyle dolu hayatı yaşamak zorunda kalıyordu. Almış olduğu dini eğitim ise yoksullara acıma ve onların sıkıntılarını paylaşmada en büyük etkendi.

           “İkinci Meşrutiyetle” birlikte imparatorluk içinde büyük ayrılık hareketleri güçlenirken bizdeki  “Türkçülük” ve “İslamcılık” Harekatı başlamıştı.

           Akif, “İslam dünyasının en büyük ve son dayanağı” saydığı bu ülkeye bağlı olduğu için mücadeleye katılmak ve savaş vermek amacıyla Anadolu’ya koştu. Bizdeki İslamcılık akımının temsilcisi o’dur. Toplumsal yaşantımızı kimsenin o döneme kadar işlemediği biçimde dizelere şu şekilde dökmüştür:

           Ağlasın milletin evladı da bangır bangır
           Durma hürriyeti aldık diye sen türkü çağır!

           Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
           Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
           Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım!
           -Boğamazsam ki!

           -Hiç olmazsa yanımdan kovarım

           Akif, yaşadığı günlerin güncel olayların bir fotoğraf gerçekçiliği ile işlemiştir. Yaşantısı boyunca inançlarından en ufak bir sapma göstermemiştir. Düşündüğü gibi yaşar, asla kimseye boyun eğmezdi. Batının emperyalist emellerine karşı uyanık olmamızı her defasında tavsiye etmiştir.

           İslam dünyasının uyanması onun en büyük arzusudur. “İslam Birliği “ kurma düşüncesini bayrak olarak taşır, İslam ülkelerindeki geriliğin batıdan alınacak olan bilim ve teknikle giderebileceğine inanır. Aklın ve bilimin gereğine her Müslümanın uymasını ister ve bunu şu dizeleriyle dile getirmiştir

           Hayır, hayal ile yoktur benim alış verişim….

           İnan ki her ne demişsem, görüp de söylemişim.

           Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek;

           Sözüm odun gibi olsun hakikat olsun tek!

           Akif’in şiirlerinde hayale yer yoktur. İçten, canlı ve halk diliyle somut gerçekleri anlatır. Israrla aruz veznini kullanır. Daha çok da mesnevi nazım şeklini seçmiştir. Halkı eğitmenin, edebiyat için başlıca amaç olduğuna inanan Akif, rastlantı olarak değil o günün aydınlarının bir özlemi olarak dile getirir.   

Akif, lirik, epik şiirlerinde konuları gerçek hayattan, didaktik, şiirler ise, din kaynaklarından alır. Aynı zamanda o, bir kahramanlık şairidir. Kahramanlık şairi olduğunu şu dizeleriyle gösterir:

           Öteden saikalar parçalıyor afakı;

           Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı;

           Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

           Sönüyor göğsünün üstünde O arslan neferin.

           O şiirlerinde; aruzu ustalıkla kullanırdı. Manzum hikayeler yazardı, milli ruh ve imanı coşkuyla yaşatırdı, halkını aydınlatırdı ve imanlı bir insan olarak göçmüştür.        

           Akif sevgisi, Türk milletinin yüreğinin derinliklerinden kaynayıp gelen sonsuza dek akan berrak bir pınar gibidir. Bu sevgiyi azaltmaya veya kurutmaya çalışacak olanların hiçbirinin gücü yetmeyecektir.

           Akif, savaş içinde savaşı yaşayan bir sanatçımızdır. O bir dostuna yazmış olduğu bir mektupta bu konuyu şöyle dile getirmektedir:“

           Gaye uğrunda çalışmak,

           Didinmek ve nihayet ölmek!

           Ah o ne güzel meşgale,

           O ne hoş eğlence,

           O ne mesut Hatime imiş”

           Akif, Milli Mücadele'nin karanlık günlerinde milletine seslenerek "Korkma!" sözü ile haykırmıştır. Aynı kelimeyi Kainatın Efendisi peygamberimiz (s.a.v) mağarada Hz. Ebubekir'e söylemiştir. Oradaki bu ifadenin ardından yüzyıllar sonra Akif, peygamberimizin izinden giderek aynı sözle Türk Milletine hitap ediyordu.

           Akif, milli bir şairimizdir. Onun milli olması mensubu bulunduğu milleti tarafından sevilmesidir. O bu millet tarafından sevilerek yüceltilmiştir ve öylece de göçmüştür.

            Akif, milli bir şairimiz olmanın yanında O İslamcı bir şairimizdir. Akif bu yönü ile de dindar bir Müslüman’dır. Onun inancı ile hayatı ve şahsiyeti arasında bir tezat yoktur.

           Akif, aynı zamanda Kuran şairidir. O yüce kitabımız hakkında şöyle demektedir:

           İnmemiştir hele Kuran şunu hakkıyla bilin.

           Ne mezarlıkta okunmak ne fal bakmak için.

           Akif, yazı ve şiirlerini hiçbir zaman geçim kaynağı olarak yazmamıştır.

           Bugün Akif’in, anılmaktan ziyade anlaşılmaya ihtiyacı vardır.

           Akif, bütün hayatı boyunca hürriyete âşık olan bir şairimizdir.

           Akif’in sanat anlayışı, tıpkı Yunus Emre gibi “Hak” yolunda halkla beraber olma şeklindedir.

           Akif’ te, insanları ayağa kaldıracak güçlü bir liderlik vasfı vardır. İnsanları çok çok sever ve sayar. Ama ikiyüzlü insanlara çok kızardı. Bir gün bir arkadaşına şöyle dediği rivayet edilir:

           “İkiyüzlüleri artık sever hale geldim.

           Çünkü yaşadıkça yirmi yüzlü insanlar görmeye başladım”.

           Akif‘i evrenselleştiren en önemli görüş onun millet sevgisi, insan sevgisi ve insanlık ülküsüdür. Vatanına ve milletine aşk derecesinde bağlıydı.

  Akif yeniliğe açık bir insandı fakat eski değerlerin kıymetini de bilirdi. O bir şiirinde şöyle der:

   Bir şey eski diye atılmaz, fena olduğu için atılır.

  Yeni de sırf yeni olduğu için alınmaz iyi olduğu için alınır.

           Akif bir medeniyet düşmanı olmadığı gibi Avrupa'daki ilmi ve teknolojik gelişmeleri son derece yakından takip ettiği, hatta;

           “Alınız ilmini garbın alınız sanatını; ”

           Diyerek medeniyet taraftarı olduğunu belirtir.

           Akif sözüne sadık biridir. Bir gün bir arkadaşıyla randevulaşır. Görüşecekleri gün çok yağmur yağar. Arkadaşı, “Bu havada görüşme olmaz, zaten O da gelmez.” Diye düşünerek evinden çıkmaz. Akif, tam randevu saatinde buluşacakları yerdedir. Yağmur altında saatlerce bekler. Sırılsıklam ıslanır. O vaziyette doğruca arkadaşının evine gider ve “Ben buluşma yerine zamanında geldim ama sen gelmedin” der. Bundan sonra o arkadaşı ile ilişkisini keser.

           Akif, hayatı sanata, sanatı hayata katan bir sanatçımızdır.

           Yeni nesiller İstiklal Marşımızı söyledikçe, onu yazan şairin ve onu yazdıran devrin insanlarının büyüklüğünü daha iyi kavrayacak, İstiklal ve bağımsızlığımızın milletimiz için ne kadar gerekli olduğunu daha iyi anlayacaklardır.

           Ömrü Türk Milletine, Türk Askerine moral vermekle geçen Akif Mısır’da siroz hastalığına yakalandı ve hastalığı ağırlaşınca 17 Haziran 1936’da İstanbul'a döndü Burada tedavi oldu Abbas Halim Paşa'nın oğluna ait alemdardaki köşkte yazı geçirdi ama iyileşemedi. 27 Aralık Pazar günü 1936 tarihinde Beyoğlu'ndaki Mısır Apartmanında vefat etti. Ertesi gün devlet töreni ile değil, gençliğin düzenlediği sade bir törenle Edirnekapı mezarlığına defnedildi.

           Akif’in Vasiyeti:

           Gün gelir de bu alemden göçersem;

           Mezarım taşına şunu işleyin:

           Seseb-i ölümü verem değildi,

           Bir kutlu ülkünün sevdası deyin.

           Eserleri;

           Mehmet Akif Ersoy tüm şiirlerini 7 kitaptan oluşan "Safahat" adlı eserinde toplamıştır.  1911 yılında yazdığı birinci bölümde Osmanlı toplumunun meşrutiyet dönemini; 1912 yılında yazdığı "Süleymaniye Kürsüsünde" adlı ikinci kitapta, Osmanlı aydınlarını anlatmıştır. 1913'de Sabahat'ın üçüncü bölümü olan "Halkın Sesleri"ni ve 1914 yılında dördüncü bölüm "Fatih Kürsüsünde"yi yazdı. Ardından 1917 tarihli "Hatıralar" ve I. Dünya Savaşı hakkında görüşlerinin yer aldığı 1924 tarihli "Asım"ı yazdı. Son ve 7. bölüm olan "Gölgeler"i 1933 yılında yazdı. Şiirlerinin toplu olarak yer aldığı 7 kitaplık eserine "İstiklal Marşı" nı koymayarak bu eserini Türk Milleti'ne armağan etmiştir. (1)

           Sonuç olarak; şehit ve gazilerimizin ve Milli Şairimiz Mehmet Akif ERSOY ‘un ruhunun şad olmasını dilerken Akif’in dediği gibi;

“Allah bir daha bu millete İstiklal Marşı yazdırmasın.” diyor, saygılar sunuyorum.

         İstifade edilen kaynaklar:

         (1)Safahat Mehmet Akif Ersoy(1873-1936) Mustafa Miyasoğlu- Çorum Belediyesi Kültür Yayını.

Bu yazı toplam 1460 defa okunmuştur.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Duyuru Gazetesi | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 02164912882 05323834739 Faks : 0216 4917113