• BIST 8945.8
  • Altın 3033.718
  • Dolar 34.2777
  • Euro 37.0994
  • İstanbul 15 °C
  • Ankara 5 °C

Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...

Ali Yalçın

19. yüzyıl, yaşanan hadiselerin karmaşıklığı ve doğurduğu sonuçların etkileri bakımından Osmanlı Devleti’nin “En Uzun Yüzyılı”ydı. 19. yüzyıl, medeniyet coğrafyamızda büyük değişimlere ve dönüşümlere sahne oldu. Bu büyük değişim ve dönüşümlerin etkisiyle 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden çekilmesine yol açan savaşlar, ardından sarsıntıları, bugün de devam eden kopuşlar, bu kopuşların yol açtığı büyük acılar yaşandı.

Bundan 100 yıl önceki dünya konjonktürünü hatırlayalım: 1911’de Trablusgarp Savaşı’nın ardından Osmanlı Devleti, Kuzey Afrika’daki son toprak parçasını İtalyanlara bırakmak zorunda kaldı. 12 Ada fiilen İtalyan hâkimiyetine girdi. 1912-1913 yıllarında gerçekleşen Balkan Savaşı’yla Osmanlı Devleti, beş asırdan fazla adaletle hükmettiği Balkan topraklarından çekilmek durumunda kaldı. Yüz binlerce evlâd-ı fâtihan Anadolu’ya sığınmak üzere yollara düştü, savaştan kurtulanların binlercesi yollarda can verdi, başta İstanbul olmak üzere, Anadolu şehirleri mülteci akınına uğradı. 100 yıl önce tam bugünlerde, 1914-1918 yılları arasında cereyan eden 1. Dünya Savaşı tüm hızıyla devam ediyordu. Osmanlı Devleti, İngiltere’ye, Fransa’ya, Rusya’ya karşı dört bir cephede savaşıyordu. Bu savaş sonunda Osmanlı Devleti’nin hemen bütün toprakları işgale uğradı. Osmanlı Devleti’nin en geniş topraklarının kırkta biri kadar olan Anadolu’da 1918-1922 yılları arasında verilen bir Milli Mücadele ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulabildi.

Emperyal güçler 100 yıldır Osmanlı bakiyesi topraklarda akan kanın ve gözyaşının müsebbibidir. Adeta küçük parseller halinde kurulan devletçiklerin birbiriyle kaynaşmasını önlemek için de suni nifak tohumları ekilmiş, bütün bir İslam coğrafyası birbirine kinle bakan ve bütün kaynaklarını Batı’ya akıtan uydulara dönüştürülmüştür. 2. Dünya Savaşı’nın ardından kurulan yeni dünya düzeni ise zulüm düzeninin tam manasıyla ve resmen ilan edilişidir. Savaşın galipleri İngiltere, Fransa, ABD, Rusya ve Çin’in bütün bir dünyanın gidişatını belirlediği, bunların dışındaki bütün ülkeler bir araya gelse bu beş ülkeden birine bile eşit olamadığı yeni bir zulüm düzeni tesis edilmiştir. Bugün dünyada zulmün hâkim olmasının nedeni, düzenin adalet üzerine değil, zulüm üzerine bina edilmiş olmasındandır. İşte “Dünya beşten büyüktür” haykırışı, bu zulüm düzenine isyanın ifadesidir.

Bugün dünyada yaşanan her bir hadise asla münferit bir hadiseden ibaret değildir. Yaşanan her hadise büyük bir kurgunun, olaylar manzumesinin bir parçası olarak cereyan etmektedir. Bugün yaşananlar sadece bugüne ait, bugünü biçimlendiren hadiseler de değildir. Bugün, bin yılın hesabı görülmekte, bin yılın hesaplaşması gerçekleşmektedir. Bu, bir medeniyet mücadelesidir. Doğudan batıya, kuzeyden güneye, dünyanın neresinde bir kan, gözyaşı, zulüm ve yangın varsa, orada medeniyet mücadelesinin bir yansıması olarak gerçekleşmektedir. Bu mücadelenin odağında da Türkiye bulunmaktadır. Medeniyetimiz, öncü ve lider olma vasfını bu topraklarda yitirmiştir ve ayağa, inşallah düştüğü yerden kalkacaktır. Bin yıl dünyada adaletin temsilciliğini yapmış olan bu milletin, medeniyetimizin yeniden inşası sürecindeki öncü rolünün farkında olan merkezler, oyunu Türkiye üzerine kurmaktadır. Asya’da, Avrupa’da, Afrika’da, 20 milyon kilometrekareden fazla bir coğrafyada 6 asır adaletle hükmeden Osmanlı Devleti’nin maddi-manevi mirası Türkiye üzerindedir. Bugün, dünya mazlumlarının en büyük sığınağı yine Türkiye’dir. Uluslararası politik arenada mazlumların haklarını en üst seviyede savunan da, iki buçuk milyondan fazla muhacir Suriyeli kardeşimize ensar olarak kucağını açan da Türkiye’dir.

Mazlumların hamiliğini üstlenmesinden rahatsız olan birtakım çevrelerin Türkiye’yi bir iç karışıklığa itmek üzere zaman zaman çeşitli gerekçeler ihdas ederek harekete geçtiklerini müşahede ettik, ediyoruz. Türkiye, kendi sorunlarıyla boğuşsun, mazlumların davasını güdecek zaman ve imkân bulamasın istiyorlar. Ülkemizde yaşanan çeşitli toplumsal olayları bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Ülkemizin doğu ve güneydoğusunda yıllardır devam eden terör olaylarını, son dönemde başta Ankara ve İstanbul olmak üzere, büyük şehirlerimizde gerçekleştirilen bombalı terör eylemlerini bu çerçevede, ülkemizin dirlik ve düzenine, milletimizin birlik ve beraberliğine kast eden, bu ülke insanına değil, oyunu kuran dış güçlere hizmet eden hadiseler olarak görüyoruz.

Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen olarak, bu konjonktürdeki önemimizin farkındayız. Biz ayrışan değil, kucaklaşan bir toplum arzu ediyoruz. Ülkemizin dirlik ve düzenini ortadan kaldırarak enerjisini boşa harcatmaya dönük niyet ve girişimlerin şiddetle karşısındayız. “Bin yıllık desende bir ve beraberiz” sloganıyla 15 asırlık kadim medeniyetin ortak mirasçıları olduğumuzu dün haykırdık, bugün de haykırıyoruz. Kimse bu kadim medeniyetin mirasçılarını birbirinden ayıramaz, ayrıştıramaz.  Bu manada kardeşliğimizi pekiştirmek için “Merhamet TIR’ları Yola Çıkacak, Hendekleri Aşacak, Bayırbucak’a Ulaşacak” diyerek onlarca TIR’dan oluşan yardımı Bayırbucak Türkmenlerine ve terör mağdurlarına aynı zaman diliminde ulaştırdık. Bizim şiarımız, “Doğudaki bir Müslüman’ın ayağına diken batsa, batıdaki Müslüman aynı acıyı hissetmiyorsa kâmil bir mümin olamaz” prensibidir.

Türkiye’nin öncü ve güçlü bir ülke olabilmesi için iç işleyişini de buna uygun hale getirmesi gerekiyor. Türkiye’de demokratik işleyişin dış etkilerden azade gerçekleşmesi, milli iradenin ülkenin idaresinde yegâne belirleyici olması doğrultusunda nitelikli adımlar atılması; Türkiye’yi dize getirmek isteyenlere karşı dik durabilmek için önce milletin iradesinin tahkim edilmesi, bunun için de sivil bir anayasanın hazırlanması ve yürürlüğe konulması gerekiyor. Yerli, sivil, demokratik bir anayasa istiyor, bu çerçevede gerçekleştirilen çalışmaları hararetle destekliyoruz. Öncülüğümüzde teşekkül eden “Türkiye Anayasa Platformu”nun çalışmaları, güçlü, öncü, hak ve adaletin mümessili büyük Türkiye’nin inşasının temel harcı olan yeni, demokratik ve sivil anayasanın hayata geçirilmesi içindir. Bu çerçevede gerçekleştirdiğimiz ilk büyük etkinlik, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın da katılımıyla, büyük bir coşkuya sahne olan “Yeni Türkiye İçin Hep Birlikte” başlıklı toplantı olmuştur. Yerli, sivil ve demokratik bir anayasa öncelikle milletin talebi olmalıdır. “Türkiye Anayasa Platformu”nun çalışmaları milletin talebinin görünür hale getirilmesinden ibarettir.

Şubat ayında, Eğitim-Bir-Sen’in kuruluşunun 24. yıldönümü vesilesiyle şube yönetim kurulları, denetleme ve disiplin kurulu başkanları ve ilçe temsilcileriyle kadınlar komisyonu başkanlarından oluşan üç bin kişilik büyük bir Türkiye Buluşması gerçekleştirdik. Bu buluşmaya Kosova, Makedonya, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ, Fas, Cezayir, Mısır, Moritanya, Somali, Filistin, Suriye, Irak, Bangladeş ve Malezya’dan sendikacı dostlarımız da katıldı. Eğitim-Bir-Sen’in ‘dışa yolculuk’ olarak nitelendirdiğimiz yeni perspektifinin bir yansıması olarak iş birliği protokolü imzaladığımız yabancı sendikalarla tecrübe paylaşımının gerçekleştirilmesi ve ortak refleksler oluşturulması için toplantımız güzel bir imkân oldu. Önümüzdeki süreçte ‘dışa yolculuk’ bağlamında yol arkadaşlarımızın artırılacağını ve dünya ölçeğinde emeğin ve ekmeğin kudsiyeti etrafında zulme karşı omuz omuza vermiş diri bir emek örgütlenmesi teşekkül ettirileceğini müjdelemek isterim.

Türkiye Buluşması, aynı zamanda “Örgütlenme” temasıyla bu yıl ikincisini gerçekleştirdiğimiz kısa film yarışmasının ödül törenine de sahne oldu. Eğitim-Bir-Sen’in kültüre,  sanata yönelik desteğinin bir yansıması olan yarışmaya gönderilen yüzü aşkın film arasından dereceye girenlere ödülleri, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, jüri üyeleri Derviş Zaim, Ulvi Alacakaptan, Faysal Soysal, Enver Gülşen, Ömer Sami Sevimli ve yabancı konukların katılımıyla verildi. Geçen yıl ilkini gerçekleştirdiğimiz kısa film yarışmasına gösterilen ilginin ve gönderilen filmlerin niteliğinin artıyor olmasını mutlulukla karşılıyoruz. İnşallah önümüzdeki yıl bir başka tema ile yarışmamız daha büyük bir ilgiyle devam edecek.

Gelecek yıl kısa film yarışmamızın temasını yönetim kurulumuz “toplu sözleşme ve kazanımlar” olarak belirler mi bilemiyorum. Ancak, bildiğim bir şey var ki, 3. Dönem Toplu Sözleşmesi’nde Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen’in kazanımlarını “kısa film” ile anlatmanın zorluğudur. Bu anlamda kazanımlarımızı kısa film üzerinden senaryolaştıran ve görselleştiren senarist ve yönetmen, gerçekten üst düzey bir sinema diline ve sinematografi donanımına sahiptir. Bırakın geçmişten bugüne elde ettiğimiz kazanımları sadece son toplu sözleşmede elde ettiğimiz kazanımlar, süreci ve sonuçlarıyla, etkileriyle başlı başına uzun metrajlı bir sinema filmine konu olabilecek zenginliktedir.

Türkiye’nin 7 Haziran seçim sürecinden henüz çıktığı,  siyasi belirsizlik riskinin oluştuğu, ekonomik istikrarın sarsıntı geçirdiği bir dönemde gerçekleşen toplu sözleşme sürecinden bahsediyoruz. Koalisyon mu oluşacak, seçim mi yapılacak sorularına cevap aranıyor. Bir yandan da toplu sözleşme masası kuruluyor. Süreci germeden, tekliflerimizden vazgeçmeden, taviz vermeden, tahrip etmeden nasıl dik durulur, masadan ne zaman kalkılır, masaya hangi kartlarla oturulur noktasında sendikal müfredatta uzun yıllar ders içeriği olacak bir toplu sözleşme süreci stratejisi ve pratiği ürettik. Süreç içerisinde masadan kalkan, sürecin sonunda da rekor sayıda kazanımın yer aldığı toplu sözleşme metnini imzalayan ve imzalatan bir akademik eylem sendikacılığı ortaya koyduk ve Türkiye’nin çalışma barışını, toplumsal huzurunu sağlayan bir toplu sözleşme imzaladık. 7 Haziran seçim süreciyle oluşan siyasi istikrarsızlık korkusunun giderilmesini ve 1 Kasım’da oluşan istikrar iradesinin öncülüğünü yaptık.

2016-2017 yıllarını kapsayan 3. Dönem Toplu Sözleşmesi’yle, kamu görevlilerine, emeklilere, eş durumu mağdurlarına, 4/C’lilere, mühendislere, şeflere, öğretmenlere, memura, hizmetliye hem genel toplu sözleşmeyle hem de hizmet kolu toplu sözleşmesiyle yeni haklar, yeni imkânlar kazandırdık. 2016 için yüzde 6+5, 2017’de yüzde 3+4 şeklinde imza altına alınan maaş ve ücretlere yapılacak oransal zam tutarı; birinci yıl için yüzde 11,3 (verilmeyecek denilen ancak Ocak’ta maaşlara yansıyan 0,91 enflasyon farkı bu hesaba dahil değil), ikinci yıl için yüzde 7,1 ve iki yıllık toplamda yüzde 19,2 oranında zam yapılması suretiyle rekor oranlara ulaşıldı. Bu oranlar yanında kamu görevlileri emeklilerine ilave 100 TL zam ve buna bağlı olarak da emekli ikramiyesinde ilave 3 bin 760TL artış sağladık. Öğretmen ve müdür yardımcılarına nöbet ücreti ödenmesini temin ederek, angaryaya son verirken toplu sözleşme dönemi sonu itibarıyla ayda 150 TL’yi aşan nöbet ücreti geliri elde etmelerini sağladık. 2005’ten sonra göreve başlayanlara bir derece verilmesi, 4/B ve 4/C için kadro çalışmasının başlatılması, üniversiteler için geliştirme ödeneği uygulamasının devam ettirilmesi, hafta sonu kurslarında öğretmen dışı personele de ücret ödenmesi, fazla çalışma ücretinden yararlanan KYK personelinin kapsamının ve tutarının artırılması dahil bir çok mali ve sosyal hak ürettik, mevcutların miktarını ya da kapsamını genişlettik, artırdık. Kazanımların somutlaşarak, sosyal ve ekonomik yansımaya dönüşmüş olması kamu görevlilerini memnun ettiği gibi, masada ortaya koyduğumuz dirayetin ve müzakere gücünün kamu görevlilerinin memnuniyetine vesile olmuş olması nedeniyle bize de işini iyi yapmanın mutluluğu olarak yansıdı. Ancak, 3. Dönem Toplu Sözleşmesi’nin içeriğindeki bir kazanımımız, hem ürettiği moral-motivasyon hem de toplu sözleşmeyle vicdani bir hakkın kazanılması yönüyle diğerlerinden farklı bir öneme ve özelliğe sahip oldu. Evet, Cuma namazı için öğle arası izin süresinin artırılmasını sağlayan toplu sözleşme hükmünden bahsediyorum. On yıllar boyu Cuma namazını kılmak için kendisini mesai saatlerine göre ayarlayan kamu görevlilerinin Cuma namazını gönül huzuru içerisinde eda edebilmesi için, mesaiyi Cuma namazına göre ayarlayan bir genelge yayımlandı. Toplu sözleşme sürecinde, kamu görevlilerinin yanında sendikal literatüre, Türkiye’nin siyasi geleceğine, ülkemizin birlik ve huzuruna katkı yapmamızı sağlayan Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen ailesinin bütün fertlerine şahsım, sendikam, konfederasyonum ve milletimiz adına ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Türkiye’yi uzun bir sıkıntı ve kaos tüneline sokmaya çalışanların heveslerini kursaklarında bırakan ortaklaşma, uzlaşma ve birlikte karar verme iradesinin miladı 3. Dönem Toplu Sözleşmesi’nin ve içerdiği 213 kazanımın kamu görevlilerine bir kez daha hayırlı olmasını diliyorum.

İçeride ve dışarıda zor zamanlardan, büyük imtihanlardan geçiyoruz. Ancak biz inanıyoruz ki, 21. yüzyıl, bütün hesapların yeniden masaya yatırıldığı, gasbedilen hakların geri alındığı, yeryüzünde Hakk’ın, adaletin hâkim olduğu bir aydınlık yüzyıl olacaktır. Bugün medeniyet havzamız içerisinde yaşanan acılar, akan kan ve gözyaşı yeniden doğuşun müjdecisidir. Karanlığın en kesif olduğu an aydınlığa en yakın olan andır. Bu acılar doğum sancılarıdır. Mehmet Akif İnan’ın Umut Gazeli’ndeki “Acılar umudu buldurur bize / Bir zırha büründüm bu çağa karşı” beytinde dile getirdiği gibi, inşallah acılar umudun habercisidir. Ancak bunun için çok çalışmak, böyle kutsal bir yüke hamal olacak omurgaya sahip olmak gerekiyor.

Son dönemde gerçekleştirilen bombalı saldırılarda ve çukur siyasetine istinaden kazılan çukurların kapatılması, tuzakların kaldırılması mücadelesi sırasında şehit olan kardeşlerimize Yüce Mevla’dan rahmet diliyorum. Selam ve sevgilerimle… 

                        Ali YALÇIN

Memur-Sen ve Eğitim-Bir Sen Genel Başkanı

Bu yazı toplam 2418 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Duyuru Gazetesi | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 02164912882 05323834739 Faks : 0216 4917113