Yazıyı hayatımızdan çıkarsak ve hiç kullanmasak on yıl sonra dönüp baksak, teknik, kültür ve hayatı saran diğer bütün alanlar açısından insanlık ileri mi gitmiş olur, geri mi?
Bu sorunun tartışılmayacak bir cevabı vardır.
Dil her türlü birikimi yeni yetişen nesle aktarır ve yazı da bu konuda en önemli araçtır. Dil, toplumun ortak değeridir ve hiçbir kimse kendi keyfî uygulamaları için dil üzerinde bir tasarrufa gidemez.
Dil, tabiidir ve kendiliğinden kuralları vardır, dil üzerinde kural koymak veya kurallarına aykırı davranarak dil üzerinde bir değişikliğe gitmek doğru değildir.
Dil insanla, toplumla ve bir Milletle birlikte yaşar dolayısıyla canlıdır.
Canlılar üzerinde teşhis, tedavi, tespit ve eylem nasıl yapılıyorsa; nasıl tavır alınıyor, nasıl destekleniyor veya karşı konuyorsa dil üzerinde de aynı hassasiyet, aynı önem, aynı durum söz konusudur. Bunun dışına çıkılamaz.
Dil üzerinde ideolojik amaç güdülemez. Geçmişte bunu denemiş olanlar Türkçeye nasıl zarar verdiklerini şimdi görmektedirler. Geçmiş eserlerin nasıl günümüz gençleri, yetişkinleri, münevverleri tarafından okunamadığını, anlaşılmadığını; geçmişin yeni nesillere aktarılamadığını; tarih ile bağların nasıl koparıldığını; yeni yetişen neslin geçmişteki atasını nasıl tanımadığını acı ile müşahede etmekteyiz.
Dil üzerideki sadeleştirme çalışmalarının nasıl edebiyat, sanat ve tarih alanında geniş yaralar açtığını, büyük klasiklerimizin okunmadığını, kültürün aktarılmadığını, bu nedenle hem dilin, hem kültürün kendini geliştirmediğini, Türkçenin kelime sayasına ket vurularak diğer dillerin baskısı altına alındığını böylece daha az kelimelerle düşünen ve büyük edebiyatçılar, tarihçiler ve sanatçılar yetişmediğini söylemeliyiz.
1873 yılında hazırlanan Türkisch-Englisch sözlüğünde doksan üç bin Türkçe ve İngilizce kelime varken, sadeleştirme ile bu sayının üçte ikisinin Arapça veya Farsça kökenli olmasından yasaklanmış olması dile nasıl zarar verdiğini; geçen yüz yıllık süreçte İngilizcenin yedi yüz binden fazla kelime hazinesine kavuştuğunu Türkçenin yüz bin kelimeye bile ulaşamadığını görmekteyiz.
Türkçenin dünyanın en eski diller arasında olması dolayısıyla, kültür, edebiyat ve tarih ile ilişkilendirildiğinde dil şuurunun daha önemli hale geldiğini burada yeniden vurgulamak isterim.
Üstat Necip Fazıl’ın bu konudaki dörtlüğü ile yazımızı bitirmiş olayım:
“Ruhsal, parasal, soyut, boyut, yaşam, eğilim…
Ya bunlar Türkçe değil yahut ben Türk değilim!
Oysa halis Türk benim, bunlar işgalcilerim;
Allah Türk’e acısın, yalnız bunu dilerim.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.