Kamuoyuna yansıyanları üç başlıkta toplayabilirim. Tebriki hak edenler, tepkiyi hak edenler ve tenkidi hak edenler Öncelikle tebriki hak edenlere hakkını teslim etmeliyim. 12 milyon 300 bin imzanın arkasında duran ve iradesiyle 30 yıllık dayatmayı işlevsiz kılanları kutluyorum. Özgürlüklerden yana taraf olup, bireysel ve kurumsal duruşunu bozmayıp, üye sayımızın önemi yok ama nerde durduğumuzun önemi var diye düşünüp, özgürlüklerden yana tavır koyan tüm sendikalara yürekten teşekkür ediyorum.
Tepkiyi hak edenlere gelince “İşyerlerinde Kadın Bedeni Üzerindeki Denetimlere Hayır!” sloganı ile 2001’de etek dayatmasına karşı çıkıp, ‘isteyen kadın çalışanlar pantolon giyebilmelidir’ diyen ama isteyen kadın da inancı gereği başını örtebilmelidir diyemeyen, din kelimesini duyunca kırmızı görmüş boğaya dönen özgürlükçü(!) Eğitim Sen ve onun türevi Eğitim-İş’i başa yazmak gerekmektedir.
Tüm kamu çalışanlarına kılık kıyafet özgürlüğü talep eden eylemimizin kapsamında başörtülüler de olduğu için; “yeter ki onlara özgürlükleri verilmesin biz tutsak olmaya devam edebiliriz” demeye çalışıyorlar. Kendilerine özgürlükçü olan bu iki sendika; başkalarının hürriyetini tanımadıklarında, kendilerinin de hürriyete layık olmadıklarını bilmelidirler.
J.J. Rousso “Devlet büyüdükçe özgürlükte o oranda küçülür” demiş. Devletin insan bedeni üzerinde bu kadar hükümran olduğu, ense traşı, favori uzunluğu, bıyığı, kazağının yakası ve ayakkabısının topuk boyu, pantolonunun kumaşı ile ilgilenecek kadar bireysel tercihlerine müdahil olduğu başka bir ülke yok. 12 Eylül’ün Milli Güvenlik Konseyi yönetmeliğinde keramet aramak, ne yazık ki yıllardır
12 Eylül karşıtlığını sermaye yapan sendikalara kalmıştır. Dün eşofmanla eylem yapanlar, bu gün kravatı çıkaranların karşısına geçip statükonun temsilciliğine soyunmuşlardır.“Özgürlük için hepimiz hukukun kölesiyiz” sözünün yerine hepimiz 12 Eylül mevzuatının kulu ve kölesiyiz, sakın dokunmayın demişlerdir.
Epictetus’un “Sadece eğitimli olanlar özgürdür” dediği aktarılır. Eğer bugünleri görmüş olsaydı sanırım “tabelasında eğitim yazanların tamamı eğitimli anlamına gelmez. Bazıları eğitimli görünen tutsaklardır” diye ekler ya da sözünü tevil ederdi. “Bütün insanların eşit yaratıldıklarına; yaratıcıları tarafından onlara hayat, özgürlük ve mutluluğu arama hakkı gibi geri alınamaz bazı haklar verildiğine inanıyoruz” diye 1776’da Amerikan Bağımsızlık Bildirisine damga vuran Thomas Jefferson, eğer özgürlük kelimesini Eğitim Sen ve Eğitim İş’in de kullandığını görseydi; özgürlük kelimesi yerine başka bir kelime seçerdi. Belki de özgürlük kelimesini hoyratça kullanan bu iki sendikanın samimiyetsizlikten ve iki yüzlülükten yargılanmalarını isterdi. Elinde laiklik sopası sallamaya çalışan Eğitim-İş’e; “Senin Sütçü İmam Üniversitesi’nden laiklik bahanesi ile sürgün ettiğin kızlar, laikliğin vatanı diye öykündüğün ülkelerde eğitim görüyorlar. Belçika meclisinde milletvekili oluyor, Saraybosna’da Belediye Başkanlığı yapıyorlar. Sen neden bahsediyorsun” der ve kafasını kuma sokmuşlara ithal ettikleri laiklik kelimesinin kullanımını da yasaklarlardı. Bu cenah ile ilgili çok söz etmeye gerek yok sanırım. Çünkü iflah olmayacakları açıktır. Hastalıkları ilerlemiş poliklinik vakıadan klinik vakıaya dönmüştür. Onları, her defasında yedikleri helvadan putları ile baş başa bırakmak gerekir.
Tenkidi hak edenlere gelince; kimi kastettiğimi söylememe gerek yok sanırım. Lafa gelince mangalda
kül bırakmayan ama icraata gelince kılını kıpırdatmayan,“Hükümet çözsün desteklemeyen
namerttir” diye komedi bir çıkış yapıp, peşinden istismar ediliyor diye demeçler veren, tabandan
gelen baskı üzerine gecikmeli de olsa ‘bende varım’ diyen sendikanın merkezi başka söylüyor taşrası
ise başka çalıyor.
Söz konusu sendikanın Osmaniye Şube Başkanı çıkıp; “Kılık ve kıyafet serbestisi hayata geçtiğinde
birileri mini etekle, şortla, yırtık kot pantolonla, sandaletle, atletle, omuzlara dökülen uzun saç
ile, veya kulağında küpe, burnunda hızma, dudağında piercing ile daha ileriye gidip bölücü terör
örgütünün kıyafetiyle gelirse bizim eğitimciliğimiz, öğrencilere örnek olacak davranışlarımız
nereye gidecek?” diye resmen öğretmenlere ne giyeceğini bilemeyen, devletin refakat etmesi
gereken zihinsel engelli muamelesi yapıyor. Siz bakmayın bunların öğretmen olduğuna bunlar ne
giyeceğine karar verecek, öğretmenlik vakarını koruyacak şuurda adamlar değil demeye getiriyor.
Üniversitede öğretim elemanları ne giyeceğine devlet karar vermiyor ama onlar ne giyebileceğine
karar verebilecek olgunlukta insanlardır. Siz öğretmenleri aklı başında insanlar mı sanıyorsunuz. Onlar
devlet müdahale etmese öğretmenlik vakarını taşıyacak salahiyette değiller. Öğrencilere de serbest
kıyafet hakkı verildi ama onları yetiştiren öğretmenler saçmalayabilirler, henüz yetişkin sayılmazlar ve
verilen özgürlüğü istismar ederler demeye çalışıyor.
Bir bakıyorsunuz Gaziantep Şube Sekreterleri açıklama yapıp, Gaziantep Milli Eğitim Müdürlüğü’nü
uyararak kılık kıyafet yönetmeliği değişmedi. Şahinbey Milli Eğitim Müdürlüğü’nün “personellerin
bağlı bulunduğu sendikal eylemleri gerekçesi ile işledikleri fiiller hakkında herhangi bir disiplin işlemi
uygulanamaması” yönünde yazdığı yazıda neyin nesi diyor. “Milli Eğitim Bakanlığımız tarafından
yeni bir kılık kıyafet yönetmeliği yayınlanmadığına göre bundan sonrası için okullarımızda ilgili
sendikanın mevzuatı ve ilgili yazı gereği mi işlem yapılacaktır?”Türünden soru sorup saçmalıyor. Bir
sendikacı olarak kendisi ve genel merkezi ile çeliştiğinin farkında bile değil. Temsil ettiği sendikanın
merkez kararı üzerine aynı savunmayı kendisinin de yapacağını aklına bile getirmeden, şuursuzca
cümleleri peş peşe sıralıyor. Doğal olarak “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” demekten kendinizi
alamıyorsunuz. Ben buradan, diğer hizmet kollarında karar alamasalar da eğitim hizmet kolunda
sendika genel merkezi olarak aldıkları karara sadık kalmalarını ve kamuoyu tarafından yapılan
teşekkürü itibarsızlaştırmamalarını öneriyorum.
Tebrik, tepki ve tenkitle özetlemeye çalıştığım eylemlilik süreci, eninde sonunda amacına ulaşacaktır.
Ortaya konulan iradeyi hiç kimse hafife almamalıdır. Unutulmamalı ki özgürlük için atılan 12
milyon 300 bin imza, ana muhalefet partisinin son seçimde aldığı oy sayısından bile fazladır. Bu
irade beyanının devamı olarak ortaya koyduğumuz sivil itaatsizlik eylemi; farkında değiller ama
özgür olmayıp kendisini özgür sanan tutsaklara da iyilik anlamına gelmektedir. Tepki ve tenkiti
hak edenlerin, ön yargılarının ve öğrenilmiş çaresizliklerinin de çıkış yolu olacak olan eylemimiz;
bedenimiz üzerindeki postal gölgesini kaldırmakla kalmayıp, on binlerce kadının hayatını zindana
çeviren 30 yıllık kiri de temizleyecektir.
Eylemdeki duruşuyla herkes kendi imtihanını vermektedir. Şüphesiz bu günün bakiyesi geleceğin
sermayesi olacaktır. Alain “Tarih geçmişi yargılamaktan başka bir şey değildir” der. Bu günkü
duruşunu sorgulamayanları, gelecekte tarih mutlaka yargılayacaktır. Bu günler bazılarımız için
hatıra bazılarımız için ise hafızadır. Ortaya konulan mücadele ve yaşanılan süreç; sorunlarla
mücadele etmeyenler işin kolayına kaçıp O’na havale ediyorlar tezlerini çürütmüştür. Kılık kıyafet
sorunu istismar ediliyor ve oy’a havale ediyorlar iddialarının geçerliliğini ise önümüzdeki zaman
gösterecektir. Lafa gelince coşup, başa gelince düşenleri, özgürlükçü ve özgür lüpçü olanları, dindar
olan ile dinden olanları, dindar geçinen ve dinden geçinenleri, dik duranları ve dibe vuranları mutlaka
tarih yazacak ve bu günler asla unutulmayacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.