Her alanda olduğu gibi eğitimde de gündem çoğunlukla, internet haberciliği ve sosyal medya üzerinden akıyor. Ülkemizde neredeyse son yirmi yıldır eğitim gündemini, eğitimin doğal taraflarından ziyade internet siteleri ve sosyal medya kullanıcıları belirliyor.
İlkeli ve bir eğitimciye yakışır şekilde kullanıldığında çok faydalı olabilecek bu imkânlar, ne yazık ki yıllardır sorumsuzca kullanılıyor. Magazin, merak, atamalar, görevden almalar, çoğu zaman gerçek dışı bilgileri ima eden sorular ve kişisel hesaplaşmalarla geçen yıllar bize amacın kamu yararı olmadığını gösteriyor. Sadece yorumlar kısmındaki yayınlarıyla işledikleri cürmün hesabı sorulabilseydi, bu hukuk tanımazlar şimdiye kadar bir düzene girerdi.
Kamuoyunda dezenformasyon yasası olarak bilinen düzenleme bazı çevrelerce sansür yasası olarak gösteriliyor ve iktidar yoğun eleştiri alıyor. Ülkemizde özgürlük kavramını tekeline alanlar istedikleri gibi özgürlük tanımı yapıyor. Haber alma özgürlüğü; iftira atma, zan altında bırakma, aile mahremiyetine saldırı, toplumda infial oluşturacak hassas konularda yalan haberleri yayma özgürlüğü olmasa gerekir.
Demokrasi, özgürlükler kadar kurallara da ihtiyaç duyar. Kuralsız yaşam anarşiyi doğurur. Toplum nezdinde karşılığı olmayanlar, özgürlükleri kullanarak çıkarabilecekleri anarşiye yatırım yaparlar. Bu yüzden ülkemizde terör destekçileri muhataplarına en çok barış, sapkınlıklara kurumsal destek olanlar ise onur ve ahlak üzerinden saldırırlar.
Eğitimde de aynı çark döner. Bir akrabası adına kurdukları internet sitesi ve açtıkları sosyal medya hesapları üzerinden yayın yapan sözde öğretmen, okul müdürü, öğretmenevi müdürü, ilçe müdürü, daire başkanı ünvanlı mesleğin yüz karası zevat, yasal boşluktan da yararlanarak, yıllardır bir milyonluk eğitim camiasının onur ve haysiyetiyle oynuyor, yetkililer de sadece izliyor.
Hangi internet sitesini kimin yönettiğini herkes biliyor ancak bilmiyormuş gibi yapıyor. Gündüz aynı birimde çalışıyor, bilgileri topluyor, gece yazıyorlar. Kullanıma müsait olan makam sahiplerini yüceltiyor, savunuyor, işleri bitince yerin dibine batırıyorlar. Bunlar haber yapıyor, bu çarkı bilen yetkililer, haber üzerine müfettiş gönderiyorlar. Burada ne eğitimci eğitimcidir, ne bürokrat bürokrattır ne de basıncı basıncıdır.
Ülke güvenliği ve insan hak ve onurunu korumak adına ya kendi sosyal medyamızı kuracağız ya da her fırsatta düşmanlıktan geri durmayan ülkelere ait sosyal medya gibi imkânların kullanımını güçlü, denetlenebilir kurallara bağlayacağız. Başka çaresi yok. Devletimiz, 15 Temmuz gecesi ülke uçurumun kenarındayken; “Askerlerin boğazını kesip köprüden atıyorlar.” diye haber yapanları bulamıyor ve hesap soramıyorsa, yarınlarımızdan, çocuklarımızın geleceğinden nasıl emin olacağız?
Gündemdeki yasal düzenlemenin, sansür tartışmalarının tam aksine eksik olduğunu düşünüyorum. Özellikle aile ve insan onuru ile ilgili yalan haber ve saldırılara ağır cezalar getirilmelidir. Kamuoyuna dönük haber yapan, yorum yazan kim varsa ve ne yapacaksa, gerçek adı ve kimlik numarası ile mertçe yazsın ve yazdıklarının arkasında dursun. Yurt dışındaki sunuculardan ahkâm kesmesin. Dürüstlük bunu gerektirir. Kimliğini gizleyenler, daha işin başında iyi niyetli olmadıklarını ilan etmiş olmuyor mu?
Kanun düzgün çıksın, titizlikle uygulansın ve bu; “yalandan kim ölmüş” düzeni değişsin. Değişsin ki insanlarımız yalan haber bombardımanından, çarpıtmalardan, şantajcıların kıskacından kurtulsun.