Ece Ayhan, bir şiirinde:
“Her çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk vardır.” der.
Yine aynı şiirin başka bir mısrasında da:
“Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür.”
Eğitime eleştirel bir gözle yaklaşıldığında aklımıza o kadar çok şey geliyor ki. Ne var ki çuvaldızı kendimize sokmaktan ziyade kendimiz dışındakileri delik deşik ediyoruz, bu da bir gerçek.
İnsan, eleştiriye tahammül edemiyor. Yaratılış gereği övgü ve pofpoflanma kişiyi daha mutlu ediyor, bu da ayrı bir gerçek. Doğruluğunu, yanlışlığını dile getirmiyorum, yanlış anlaşılmasın. Ama gerçek olan bu; kimse gözünün önündeki kendi kusurunu görmüyor, görmek istemiyor. Başkalarının kusurlarını köşe bucak arıyor, mercekle, dürbünle…
“Eğitim, zayıfı ezer.” diyen Andre Gide ne kadar haklı.
Yaratılışında olmayan bir şey için insanı zorlamak… Onu belirli kalıplara sokmak… Ağaca tırmanmanın sınav olduğu bir yöntemle maymundan da filden de aynı sonucu beklemek…
Ne için?
“Kalbindeki daha güçlü çocuk” için mi?
Elbette hayır. Ne için peki? Geleceği için, gelecekte büyük adam, büyük insan olsun diye değil mi? Herkes çocuğunu bu amaçlar için okutmuyor mu?
Onun kalbindeki çocuğu düşünen kim?
Bütün modern yaklaşımlara, bütün uğraşlara ve bütün yorucu analiz ve sentezlere rağmen yüreklere dokunmayı, çocuğu merkeze almayı, öğrenci odaklı olmayı başaramıyoruz.
Görev kiminse bunu hakkıyla yapamıyor. Anne, baba, öğretmen ve biz yöneticiler. Her kimdeyse bu görev; bir türlü göstermelik rollerden, ezberci mantıktan, şekilci yöntemden ve faydacı uğraştan kurtulamıyoruz.
Elimizden kayıp giden bir nesil… Ardından gelen başka bir nesil… Estetikten, sanattan, üstün ahlaktan, vicdandan, vefadan uzak bir nesil… Çünkü mayasını oluşturan hamurun özünü bilmiyor.
Tarih, edebiyat ve dil zevki oluşturmayan bir eğitim sistemi nasıl olacak da çocuğun kalbine dokunacak?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.