Merhaba, ben Uzman Klinik Psikolog İlkay Dingeç. İnsanı dinlemeyi hep sevdim. Yeni bir köşe denemesi yapmak istiyordum. Aklıma “Neden insanlarla konuşmuyorum?” sorusu geldi. Hemen o anki heyecanla hazırladığım bir duyuru, “Bir insan”la röportaj yapmak istediğime dairdi. Konusu da “Çocukluktan bir anı” olmalıydı. Çocukluk anıları, sadece anı değildir. Gelecekle köprü görevi gören değerli materyallerdir. Neyse… İlanı paylaştıktan bir süre sonra ilk yanıtımı almıştım bile. İşte bu röportaj kendisi ile yapıldı. “Bir insan”… Ki bir insan bir dünya, bir kitaptır. Bu gezegenden bir insan ve bir çocukluk anısı etrafından sunduğum sorular… Benim için çok kıymetliydi. Kendisine kalbini ve dünyasını açtığı için sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Umarım sizler de okurken keyif alırsınız.
Not: “Bir insan” konulu röportajlar, isimlerden arınmış bir şekilde paylaşılmaktadır.
ÖNCE YAZIYI OKUYALIM:
“Yirmi kişilik ailenin yaşadığı dört tarafı çam ormanı ile çevrili bir dağ köyünde doğdum. Oldukça ilkel yöntemler ile çocukluk yaşadım, hem fiziksel hem de mental yöntemlerle, oldukça ilkel yaşam sürdürülür buralarda. Doğa sizin psikolojik dayanıklılığını rezilyansınızı önemsemez, ya da ruh halinize uygun mu diye kovalayarak var olan şartlarını kolaylaştırmaz. Ayak uydurmak zorunda olan siz olmalısınız. Bu girişi neden böyle yazıyorum diye düşünecek olursanız öncelikle zemini bilmek gerekir ki çocukluğumda beni mutlu eden o anıyı bu zemine yerleştirirken daha iyi kavramamıza yardımcı olacaktır. Fiziksel sınırların olmadığı, yalnızca davranışların sınırlandırıldığı ki buna davranışsal sınırlama denemez; günün sabahında baya kaskatı ve akşamında bir o kadar eğlenceli bir kişiliğe bürünmüş ve hatta arttırıyorum kişilik bozukluğu diyebileceğimiz bir dede ile büyüdüm. Aile kalabalık ama dede ile büyüdüm diyoruz ki buda eril gücün zihnimizdeki arkaya doğru yaylanan o heybetli koltuğu olsa gerek. Sadece o erile ait olan koltuklar ile hala her evde karşılaşmıyor muyuz? Dedem gülmeyi ve dışavurum sevgi cümlelerini daima güçsüzlük ile eşdeğer kıldığından olsa gerek o kuşağın en belirgin özelliğini bizim eve de yansıtmıştı. Güzel olanlar sessiz, gürültülü kaoslar alabildiğine yüksek olmalıydı bu evde. Bu kaskatı adam günün ortasında bir buldog cinsini anımsatırken akşam birden içinden başka bir kişilik çıkar ve evin o dev büyük salonunda 5-6 yaşındaki bu çocuklarla evcilik oynayan adama evrilirdi. Bu zihnimde hep güzel anı olarak kendine boşluk bulmaya ve oradan sızmaya çalışsada, arkasından gelen diğer o görüntü tüm boşluklara elinde bir öbek çamur ile tıkaç yaparak sızmasına izin vermiyor, ve öyle bir kil ki bir damla su sızamıyor içeriye. Yani en mutlu anılarım gibi düşünmeye çalışsamda hayır konu maalesef bu değil. Çok uzattım ve ilgiyi dağıtmadan en mutlu anıma geliyorum. Bu evde yaşayan bir kadın var. Her hareketi her mimiği bir çocuğa sessiz nasihat gibi. Çok konuşmaz öğüt vermez bu kadın. Sadece tüm gücüyle, tüm sesiyle sarılır ve o adamın aksine güzel olanı gürültülü kaos olanı karanlıkta sessiz dans gibi yaşardı. Sevdiğini söyler, tüm gücüyle sarılır ve bunu hep rutinlerle yapardı. Sabah uyanınca gece yatmadan önce, zihninizin her nöronuna yerleştirircesine. Öylesine kronik hal almış bir sevgi ki, çocuğun kalbi dolup taşar. Bu kadınla yaptığım her bir eylem, her bir adım, her bir sarılma, her bir diye köpürterek bu cümleleri uzatmak istedim şuan çünkü öyle bir kadın. Benim babannem bu kadın, şuan yaşamıyor ve onun eksikliği bu dünya için büyük kayıp, keza benim için yeri büyük boşluğa sebep olan boşluk, dolmadı ve buranın altını coşkuyla çiziyorum ki doldurmak da hiç istemedim o benim en güzel boşluğum kalbimde. Bu keyifsiz bir boşluk değil aksine o sevgiyi bir daha kimseye karşı hissetmek istememe isteği yalnızca ve iyi his var burada hüzün ya da travma değil. Travma senin tercihinde olmayan ve doldurmak isteyip başaramadığın iken senin tercihinde olan hisler olumsuz olsa da travma sayılmaz benim gözümde. Dsm kitaplarınız farklılık söylüyor olabilir hadsizlik etmek istemem, benim deneyim ve hislerim bu yönde. Tercih edebilmek ya da edememek aslında birçok kavramın yanındaki paranteze alınması gereken cümle gibi geliyor bana. Bu kadın bana doğadan öğrenebileceğim her şeyi öğretti. İşte anıma geliyoruz. Daha 6 yaşında bir çocuğum. Saçları belinin altında uzunlukta, en sevdiği saçlarımdı. Sabah uyandık hava hafif çiseliyor, tarlaya gidemez hayvanlar o gün dışarı çıkmıyor ve tam altın bir gün, hem ona hem bize. Onun iş yapması çocukluk zihnimde hep acı olarak yer ediyordu çünkü. O sadece mutlu olmalıydı yorulmamalıydı. Şimdilerde dışarda hele de kötü havalarda iş yapan, çalışan ya da yorgun bir yaşlı görsem kalbimin dayanılmaz acıya kapılması buralardan gelse gerek. Ya da bu “şeyin” adil olmaması düşüncesi bunu bilemiyorum ve sanırım bu acıtan hislerim tercihimde değil. İşte bu sorun mesela. Neyse çok konuşuyorum dönelim bize. Bu altın günde, yapabilecekleri arasında geriye kalan sadece mantar toplamak için dağa gitmekti onun için. Müthiş keyif aldığını, hazırlanırken telaşından gözlemleyebiliyordum. O gün beni de götürmek istedi. Şakamı yapıyordu acaba? Küçük tavşan gözlerim bir eşeğin gözleri gibi açılmıştı. Bu ailede tavşan gözlü olarak lakabım vardı. Tavşan göz hemen hazırlanmıştı. Babannem ile ormanın içinde mantarları aramak ve yirmiye yakın mantar türünü öğrenmek işte o gün kazandığım bir beceriydi ve belkide tat duyumun bu kadar gelişmiş olması onun sayesindeydi. Soda içerken sodanın içindeki sodyum oranını betimlerken yanımdakinin şaşkınlığı ile keşfettiğim bir yanım oldu, gülümseyerek teşekkür ettim o kadına. Bana yaşattığın her bir güzel anı ve bıraktığın o boşluğa sonsuz teşekkür ederim güzel kadın, boşluğuna sıkıca sarılıp mutlu bir kadın olarak yoluma devam ediyorum.”
Öncelik çocukluğunuzun nerede geçtiğini sormak istiyorum?
-Çorum’da bir dağ köyü… Yazın 15-20 ailenin kaldığı, kışınsa bu sayının 3-4 aileye kadar düştüğü küçük bir köydü. Zihnimde çok güzel bir yeri var. Tam ormanın içi, sabah uyandığınızda ormanın içine uyanıyorsunuz. Evler ona göre yapılmış ve canınız sıkıldığında bir adım attığınızda ormanın içindesiniz. İşte doğaya bağlılığım da buralardan geliyor.
Anlatımlarınızla beraber satırlarınızı okuduğumda da aklımda “Heidi” canlandı(gülümsüyoruz). Şu anki enerjinizi de hesaba katarak “tavşan gözler”le etrafta koştururken hayal ettim (Yazıda geçmekte).Anılar bir şeyleri temsil eder. Bu çocukluk hatıranın temsil ettikleri neler?
-Tabii ki güzel temsilleri var ama elinde bir çamur öbeğiyle tıkaç görevi gören yerlerde var. Birçok yerde de güzel anılarınızı belki bu çamur tıkamak istiyor. Çünkü bütün anılar güzel geçmiyor. Aile her şeydir ve ilk çevremiz onlar bizim. Ve elbette aklımda kalan olumsuz duygular da var. Şöyle ki şu anki hayatımda yaşadığım belki birçok olayda zihnim oralara gidebiliyor. Belki bunu hepimiz yaşıyoruzdur, ki bu amigdala’nın (duygusal bellekle ilgili bir beyin bölgesi) görevi ve stres anında hemen kaçmamızı istiyor. O yüzden bu anıların beni zorlayan yerleri de var, ama tabii mutlu eden yönleri de var. Zaten yazımda da hep babaanneme çıkıyor yolum, onun sayesinde bu kadar mutlu bir kadınım.
Yazınızdan hissettiğim kadarıyla babaanneniz sizin için çok şey ifade ediyor, bir taraftan da rol modeliniz diyebilir miyiz?
-Evet, kesinlikle…Çok konuşmayan bir kadındı; Ancak hali, tavrı, davranışları, mimikleri, her şeyiyle rol modelimdi. İyiliği ondan öğrendim. Aslında iyilik dediğimiz şey çok başka bir kavram, tıpkı “normal” kelimesi gibi üzerine çok tartışılacak bir kavram, ama bu iyi olma halini, en azından başkalarına kötü olmamayı ve kalbini iyi tutmayı olarak tanımlayabilirim.
Yazınızı okurken içine çeken bir tarafı olduğunu hissettim. Zaman ilginç doğrusu. Siz ne dersiniz?
-Duygunun size geçmiş olması beni mutlu etti. Çünkü yazmak konusunda kendimi değersiz hissettiğim bir yanım var. Çocukken hiç konuşturulmamanın, kararlarınızın önemsenmemesinin oluşturduğu bir durum bu… Sanırım X veya Y kuşağından olmanın ve böyle yetiştirilmenin sonucu diyebilirim. Aslında yazmayı seviyorum, ama bir yandan da “Dur bakalım, ne yazması, kendine gel” gibi sözlerle bu konuda kendimi değersizleştiriyorum. O yüzden yazıp yazıp çöpe atıyorum. Aslında görünmenin korkusu da var, hiçbir zaman görünmek istemedim. Ama bundan ötesi kendime şunu söylerken buluyorum: Bu yazı gülünç, insanlar okuduğunda beğenmez. Çünkü iyi kitaplar okuyunca ve öğrendikçe kendi yazdıklarınıza dönüp “bu ne!” diyerek çöpe atma isteği duyabiliyorsunuz(gülümseme).
Yazıda geçen ve dolmasını istemediğiniz o boşluk duygusunu dinlemek isterim. Neler söylemek istersiniz? O boşluk size ne ifade ediyor?
-Genellikle boşluk, ki terapistim de bunu söylemişti, anne ile ilgilidir. Evet, ben de bu boşluğu bilerek bıraktım. Çünkü annemin onu doldurmasını ve ona ait içimde bir yer olmasını hiçbir zaman istemedim. Annemle daha dün konuştuk, o kadar seviyor ki beni… Onu çok iyi anlayabiliyorum. Hatta dün akşam kendime ve aileye dair birçok şeyi sorguladım. Genellikle içimizdeki boşluk anne sevgisiyle dolar. Ama annemin doldurmasını istemedim. Babaannem yaşarken biz hep anne-çocuk ilişkisi içindeydik ve o sevgiyi o tamamlıyordu. Doğal olarak onun ölümünden sonra boş kalsın istedim. Ve bu bilinçli bir tercihti. Bu yaşıma kadar anneme benzemekten ödüm koptu, ki hala da öyleyim. O yüzden o boşluk güzel bir anlam içeriyor. Yalnız bir dezavantajı var, düştüğünüzde hemen telefona sarılmak ve sevgi arayışında bulunuyorsunuz. Bulamayınca da silkeleniyorsunuz. Son zamanlarda köksüz hissetmek canımı acıtıyor. Ama yalnız başıma büyümüş olmanın sonucu maalesef rezilyansım (psikolojik dayanıklılık) çok güçlü. O yüzden çok etkilemiyor. Ama sendelediğimde güçlü bir sesin varlığını hissetmek isterdim.
Anılar ağaçların kökleri gibi çocukluğumuzla bağlantı oluşturuyor sanırım, siz ne dersiniz?
-Evet, anılarımız kökler gibi. İlginç olan şu ki beyin olumsuz anıları siliyor ve anımsamak istemiyor. Mesela dedemi hala güzel anıyorum. Demek ki o kadar kötü ki beynim o anıları güzel tarafa eviriyor.
Hüzünlerinizi görüyorum. Tetiklememek istemediğimden sorularımı yüzeysel sormaya özen gösteriyorum.
-Tetiklenebilir, şu an tercihimde olan bir durum ve tetiklense bile en fazla bir damla yaş akar gözümden, ki zannetmiyorum. Hatta bu röportaj ilanını ilk gördüğümde “yine çocukluk dediler, bırakın peşimizi” dedim(gülümsüyoruz). Ben kaçtıkça önüme geliyor ve bu güzel bir tesadüftü. Çünkü bir şey önüme geldiğinde onu deneyimlemek isterim. Şu an hüzünlerim tetiklenebilir, hatta iyi de gelir ki keşfederim. Köklerden bahsetmeniz hoşuma gitti mesela, ben dallara odaklanmıştım. Keşfetmeyi çok seviyorum. Kötü duygular da olsa deneyimlemeyi seviyorum.
Yazılarınızdan anlıyorum ki yazmayı çok seviyorsunuz.
-Evet, iyi geliyor. Bu arada terapi seanslarımı yazıyordum. Yoğunluğumdan bıraksam da çok keyif alıyordum. Hatta ileride bu yazıları bir kitap haline getirme hayalim vardı. Merak duygusu da var bir yandan… Çok okur ve araştırırım.
Merak duygunuz çocukluğunuzdan beri olmalı (yazıdaki mantar arama anısı)
-Küçük bir çocukken Allah’ı merak ediyordum. Allah’ın çok güçlü olduğunu duyuyordum. Güçlü ne var diye düşünürken elektrik geldi aklıma. O da aklıma annemin “dokunma çarpar” cümlelerinden yerleşmişti. Çok korkulan bir şeydi. Allah’tan da korkuyorlarsa demek ki elektriklerin içerisinde bir yerde diye düşünürdüm. Ve sokağa çıkıp ahşap elektrik direkleri arasındaki yarıklardan bakarak Allah’ı arardım.
Babaanneniz nasıl biriydi?
-Babaannem uzun boylu ve yüzü çok güzel bir kadındı. Çok su içerdi. Bu nedenle pürüzsüz bir cildi vardı. Gözleri yemyeşildi. Ailemizdeki en güzel gözlü oydu. Yaşlandıkça kamburlaşmıştı. Bir sopası vardı ve hep onunla yürürdü. Çok temizdi. Namaz kıldığı için temizlik onun için en önemli şeydi. Bir de çayı çok severdi.
O anıya dönseniz ve küçük halinize bir şeyler söylemek isteseniz bu ne olurdu?
-Olmak istediği kişiyi ve neler yapmak istediğini şu anda tamamladığı için çocuk halimin keşkesi yok. Sadece “Babaanneni daha fazla sev, daha fazla öp” diyebilirdim. Anneme daha çok kızmak isterdim. “Annene daha çok kız, yüklen” derdim ona
O anının ya da onun gibi diğer anıların size kattığı en değerli özellikler nelerdir?
-Problem çözme becerim en beğendiğim yanımdır. Bağımsız biri olmamı da çocukken sınırları olmayan bir ortamda büyümeme bağlıyorum. Şu anda da davranışlarımı sınırlandırabilsem de bunu biraz zorlanarak yaptım. Bunda bile sınır tanımama isteğim vardı. Bunlar dışında kendimi iyi ifade ediyor olmam da doğadan geliyor. O da dedemin sayesinde sanırım. Yöntemi farklı olsa da iyi yapmış diyebiliyorum.
Yazıya eklememi istediğiniz bir şeyler var mı? Birilerine dokunacak cümleler kursanız bunlar neler olurdu?
-Düşmekten korkma, düşeceksin. Hepimiz düşüp sendeliyoruz. Her yerde gördüğümüz ayakları yere basmayan motivasyon cümleleri, sana iyi gelen olmayacak. Bunu kendin deneyimleyeceksin.
1. Düşmekten korkma ve düştüğünde ne yapabileceğini sorgula. 2. Denemekten kaçınma. Çevremde de gözlemlediğim şey şu ki bir şeyi deneyimlemeden önce hep olumsuzları sıralıyoruz. A seçeneğini dene, olmazsa da bunun özgürlüğünü ve keyfini yaşadıktan sonra b seçeneğini dene. B de olmayabilir. “Yaptım ve deneyimledim” de.
60 yaşına geldiğinde geriye dönüp ”Senin aklında şöyle bir şey vardı, keşke deneseydin.” demekten mi daha çok pişman olursun? Yoksa “Aklında olan her şeyi denedin. Bunlar olanlar ve olmayanlar. Aklında bir şey kalmadı.” yı mı demekten? Sanırım ben ikinciyi söylemek isterim. Ve bunu söyleyen bir tarafta olacağım. Belki de o yüzden keyifle yaşıyorum. Çünkü denemekten ve risk almaktan korkmuyorum. “Yapamayabilirim”in özgürlüğü bambaşka… Tabii ki kaygıları yaşayacağız ama “Ben deneyimledim.” diyeceğiz. Başkasının nasıl yapılacağına dair söyledikleriyle hareket etmektense o yolları kendim deneyimlemek çok keyif veriyor.
Son olarak da kadınlarımıza bir mesaj iletmek istiyorum: Hiç kimsenin bağımsızlığınıza ket vurmasına müsaade etmeyin. Ben buna hiç müsaade etmedim. Ve belki de bu kadar keyifli bir kadın olmamın bir sebebi de bu… Birilerinin kavramlarına ve sıfatlarına sıkışmadan kendim ne istiyorsam yapabilirim.
Bugün o yazı ile bütünleşerek, o anıdaki küçük çocuk hisleri ile bu röportaja katılmanız benim için çok kıymetli. Size teşekkür ederim.
-Çok mutlu oldum. Bu sizin için önemliydi, bu yüzden benim için de önemliydi. Bir bardağı bile başka yere taşırken en iyi haliyle yapmak istiyorum sanırım. Bu yaptığım işe ve karşımdakine duyduğum saygı ile bağlantılı.
Röportaj: İlkay Dingeç
Fotoğraf: Canva
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.