Fıkra budur ya...
Günlerden bir gün aksak Moğol olarak tabir edilen Timur Anadolu’ya bir fil getirmiş. Akşehirli’lere emanet ederken “Bunu güzelce yedirip içireceksiniz. Hayvanımın başına bir şey gelirse sizin sonunuz olur ona göre” diye de tembihlemiş. E fil bu, bir türlü doymak bilmezmiş. Mutevazı halkı ambarındakini, elinde avucundakini sermiş filin önüne. Ama nafile. Bağa bahçeye dadanmış, önüne geleni silip süpürüyormuş fil.
Artık dermanı kalmayan halk bi çare varmış Nasrettin Hoca’nın yanına; “Aman Hocam biz perişan olduk, hünkar seni dinler Allah rızası için anlat derdimizi de şu fil belasını alsın başımızdan.” Hoca şöyle bir bakmış köylülere, üzülmüş hallerine, sıvazlamış sakalını ve demişki; “ “Ey ahali öyleyse buyurun toplanıp gidelim hep birlikte anlatalım halimizi filin bakımı bizi çok yordu almanızı rica ediyoruz diyelim ”.
Bunu duyan halk mutluluktan dört köşe “Aman hoca sen ne arif bir insansın hemen koyulalım yola” demişler.
Önde hoca ağalar arkada düşmüşler yola. Otağın kapısına geldiğinde girmiş hoca içeri. Başlamış söze. "Elçiye zeval olmaz efendim bütün Akşehirliler hep birlikte düşünmüşler taşınmışlar beni sözcü seçmişler” deyip arkasında ki Akşehirli’lere doğru dönmüşki ne görsün, in cin top oynuyor kimsecikler yok. Hoca uyanık anlamış vaziyeti “ben yapacağımı bilirim size, hem söz verirsiniz hem de kaçarsınız he” diye geçirmiş içinden ve devam etmiş.
“Devletlim, şehrin ağaları beni size ricaya gönderdiler. Bize hediye ettiğiniz fili bizimkiler çok sevmişler, filin yalnızlıktan canı sıkılıyormuş, ferman buyurursanız yanına bir de dişi fil isterler.
Timur:
-Hay hay! Ne demek hoca var git müjdeyi hemen ver, der.
Nasreddin Hoca, otağın kapısından çıkınca, kurnaz halk hemen hocanın etrafını sarar:
-Ne oldu Hoca? Hallettin mi ferasetinle olayı? Ne zaman gidiyor fil?
Nasreddin Hoca;
-Alın size müjde, dişisi de yarın geliyor!
***
Velhasıl kelam kişilikli insanların bir duruşu olmalı. İnandığı ve savunduğu her neyse zamana, mekana, duruma göre değişmemeli. Örneğin; şayet ağaç kesimine karşıysanız bunu hangi belediyenin yaptığına bakmamalısınız. Veya dini özgürlük istiyorsanız sizden başkalarının da inanç özgürlüğünü savunmalısınız. Olaylar ve konular karşısında ne nabza göre şerbet veren ne de menfi haller için doğruları ve yanlışları değişenlerden olmamalı. Söylemleriyle eylemlerini örtüştüren, özüyle sözünün bir olmasını vazife edinen insanlar gibi...
Bugün pek çok insanların çıkmazı da budur aslında. Küçük dünyalık ve ikballer uğruna güçten, paradan korkan, söhret veya mevki hevasında ilahi adaleti unutan insanlar, dosdoğru olamıyorlar. Oysa bilmiyorlar insanları satmadan çizgi ve duruş sahibi olmak yerine risk almamak için kaçtıkları sorumluluklar neticesinde ilerde daha fazla ağır sorumluluklarla muhattap olacaklarının hak olduğunu. Nitekim minumum bakış açısına sahip insanlar yalnızca dedikoduyu,biraz daha üst seviye bakış açısına sahip insanlar sosyal konuları, derin ve idealist düşüncedeki insanlar ise ilkeleri ve değerleri misyon edinirler. Toplumda küçük olarak görünen bir hadise derin bakış açısı için ilkesel bir değerken, ciddi bir konu küçük bakış seviyesi için yalnızca bir çıkar ilişkisinden ibarettir.
Bakınız; tarih ideallerinden dönmemekte kararlı olup,tanrıdan başka hiç birşeyden korkmayan Sokrates’i yazmadı mı? Hakkında atılan asılsız iftiralarla ölüme mahkul edilmesi dahi umdunda olmamış ve doğruları günümüze kadar ulaşmıştır.
Yine mensubu olduğumuz dinin kitabında; “Ey Nebim! Kullarıma söyle: Birbirleri ile konuşurken sözlerine dikkat etsinler ve en güzel biçimde /hak gasp etmeden, hakaret edip gururu incitmeden, fakat hakkını ezdirmeden ve haksızlık edene gereğini de esirgemeden konuşup tartışsınlar. Yoksa şeytan, oluşacak olumsuz düşüncelerini kışkırtıp aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın pusuda bekleyen apaçık bir düşmanıdır” (İsra-53. ) buyuruyor yüce Yaratıcı.
O yüzdendir ki; Üstad Zarifoğlunun dizelerinde söylediği gibi ;
“Bir duruşu olmalı insanın;
Bir bakışı
Bir anlayışı
Bir aşkı
Bir davası olmalı…”
Ve bunun uğruna diklenmeden dik durabilmeli.