Cumhuriyetimiz yüz yaşında. Bir yönü ile medeniyetler mezarlığı olan Anadolu’da kurduğumuz son devletimizin yüzüncü yaşını kutlamak, gözü hala bu topraklarda olanlara verdiğimiz en önemli gözdağıdır. Muhataplarımız, tarihimizin yüz yıldan ibaret olmadığını bizden çok daha iyi biliyor ve bizimle kurdukları dostluk veya besledikleri düşmanlıklarını bu bilgi ışığında yürütüyor.
Tarih boyunca on altı devlet kurmuş savaşçı bir millet olarak Cumhuriyetimiz 100, polisimiz 176, posta teşkilatımız 183, itfaiyemiz 309, Kara Kuvvetlerimiz 2231 yaşında. Tarihimizi, götürebildiğimiz en eski kaynaklara kadar götürmek ve yeni nesillere bu şekilde anlatmak, Cumhuriyetimizin yüzüncü yaşının ne kadar da anlamlı olduğunu gösterecektir.
Bugün geliştirdiğimiz modern silahlara rağmen bizi bekleyen en büyük tehlike; aydınlarımızın, sanatçılarımızın, iş dünyasının, basınımızın, gençlerimizin kahir ekseriyetinin; Gazze bahanesiyle uçak gemilerini Meis Adası’nın dibine kadar getiren batıyı referans almaları, onları medeni görmeleri, yüceltmeleri ve tarihimizi bilmemeleridir. Her fırsatta tekrarlanan, klasik hale gelmiş bir eleştiriden değil, aldığımız mesafeye rağmen önümüzde duran acı bir gerçekten bahsediyorum.
Bir süredir eğitimde yeni bir paradigma, yeni bir vizyon veya Türkiye yüzyılı eğitim vizyonu diyerek anlatmaya çalıştığımız tam da budur. Yüz yıl önce seviyesine çıkma hedefi koyduğumuz muasır batı medeniyeti, Gazze enkazlarında; kıyafetinden alfabesine bütün sistemlerine kadar kötü bir kopyasını aldığımız batı medeniyeti; Irak’ta, Afganistan’da, Bosna’da, Libya’da, Suriye’de ve son olarak Filistin’de yok oldu.
Artık biz varız. İnsanlık bizim kavramlarımıza, bizim medeniyet değerlerimize muhtaç. Demokrasi, insan hakları, uluslararası kuruluşlar vs. gibi batı masallarını ve kötü uygulamalarını müfredatımızdan, ders kitaplarımızdan, hafızamızdan kazıyarak yerlerine; hayat hakkı, inanç hürriyeti, mal emniyeti, beden ve ruh sağlığı dokunulmazlığı, seyahat özgürlüğü, hak, adalet, mağdur, mazlum, haram, helal, ahiret, kısas gibi ceddimizin mükemmel uygulama örnekleriyle insanlığa huzur getirdiği kavramları yerleştirme vakti çoktan gelmiştir.
Cumhuriyetimizin yüzüncü yılını kutlarken, geçmişte anlamsız yasaklara dönüşmüş korkularımızdan sıyrılarak, son yıllarda sağlanan devlet-millet bütünleşmesini güçlendirerek bu topraklarda daha güçlü bir şekilde var olabiliriz.
Tarihimizi ve bugünü okuyamayan, bunca savaşlara, acılara ve katliamlara rağmen kendine ait ne varsa kötü ilan ederek, batılı değerler adına karşımızda duranlarla kavgamız sürecek. Bu gerçekler ışığında otuz yıldır, bizim mücadelemiz klasik bir sendikal mücadele değildir diyoruz.
Kaynakları sömürülmüş, kavramları yok edilmiş, aklı esir alınmış, kalbi işgal edilmiş, ufku köreltilmiş bir ülkede verilecek sendikal mücadele öncelikle bu zihinsel tutsaklığa karşı duruştur. İnsanlığa yeniden bir çözüm üretmektir. Yüz yıl önce verilen mücadeleyi doğru anlamaktır.
Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, batının, ürettiği bütün değerleri inkâr ederek, ortaçağ zihniyetine döndüğü bugünleri görseydi, asırlar boyunca adalet peşinde koşmuş, fethettiği yerlerde insanların dinine, inancına dokunmayan atalarımızın yolundan gider ve mazlum milletlerin kavgasını verirdi. Çareyi eğitimden kültüre, sanattan ekonomiye bütün alanlarda tarihi köklerimize dönüşte arardı.
Tam da burada sözü kurucu genel başkanımız rahmetli M. Akif İnan’ın, bugün insanlığın barış ve huzuru için parola mahiyetindeki manifestosuyla bitirelim; “Hangi düşüncede olursa olsun, hangi fikir kampı içerisinde yer alırsa alsın, onun bir İNSAN olarak kabul görmesi lazım. İnancından dolayı horlanmaması lazım, isterse benim inancımın tam zıddı olsun. Ben, ona da hakkı hayat tanınmasının kavgacısıyım.”
Nice yüz yıllara…