Bütün dikkatimizi ekonomideki can sıkan gelişmelere yoğunlaştırdığımız bugünlerde, 2023 seçimlerine hazırlanan hükümet de boş durmuyor, önemli hamleler yapıyor. Bir yandan yeni ekonomi modeli deniyor, diğer yandan ise geniş kitleleri memnun edecek adımlar atıyor.
Yalnız ortada öncelikle çözülmesi gereken bir problem var. Bakanlıklar, panikle bir kesimi memnun edeyim derken daha büyük kitleleri karşısına alıyor.
Atılan özensiz adımlar kaş yapayım derken göz çıkaracak cinsten sonuçlar doğuruyor. Çok para harcayarak çok memnuniyetsizlik üretmek, panikle yapılacak işler olsa gerek.
Unutmayalım ki ülke ekonomisindeki dalgalanma sadece bir kesimi değil bütün çalışanları etkiledi ve etkilemeye devam ediyor. Yapılması gereken tarafları dinleyerek en isabetli adımı atmak, çalışanları birbirine düşürmemek ve herkese el uzatmaktır.
Geçen haftanın iki hareketli bakanlığından biri olan Sağlık Bakanlığı’nda patlak veren rahatsızlık haklı tepkiler üzerine dondurulmuş olsa da Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki sarsıntı, ayrıntılar ortaya çıkıncaya kadar devam edeceğe benziyor. Her iki bakanlıkta yaşanan tartışmayı ayrı ayrı değerlendirmek gerekir.
Eğitimdeki tartışma, çıkarılacak Öğretmenlik Meslek Kanunu ile on altı yıl sonra yeniden gündeme gelen kariyer basamakları düzenlemesi ile ilgili.
Öğretmen arkadaşlarımız, uzman öğretmen ve başöğretmen olabilmek için neden sınav şartı getiriliyor diye tepki gösteriyor. On yılını dolduran herkes uzman, yirmi yılını dolduran herkes, sınavsız ve şartsız başöğretmen olsun isteniyor.
Yapılacak düzenlemenin çok talihsiz bir zamana denk geldiğini belirtelim. Asgari ücrete yüksek zam beklenirken, doktorlara, göreve yeni başlayan bir öğretmenin maaşı kadar zam öngörülürken, uzman öğretmenlik için önerilen bin lira sınav şartına bağlanınca doğal olarak tepki geldi.
Burada iki süreci ayırarak işin içinden çıkabiliriz. Yüksek enflasyon ve artan hayat pahalılığından doğan kayıpları, sendikamızın talebi doğrultusunda toplu sözleşmeye yapılacak ek protokol ile telafi ederken, uzman öğretmen ve başöğretmenlik düzenlemesinin, bir kariyer sistemi olarak yapılandırılmasını ve maddi getirisini de dengeli ve ölçülü bir sisteme bağlamak gerekmektedir.
On altı yıldır devam eden adaletsiz uygulamayı daha da derinleştirmemek hatta kayıpları telafi etmek gerekiyor. Asıl tepki buradan doğuyor.
Bu düzenleme, son dönemde oluşan maddi kayıpların telafi yöntemi olarak değil, eğitim yönetiminde yüksek lisans ve doktoraya verilen ek puanlar gibi, ülke eğitimine mesafe aldıracak yeni çabanın teşvik edici unsuru olarak özenle yapılmalıdır.
Olması gereken budur, maaşlarda adalet sağlandıktan sonra ilave çalışmaya, üniversitelerin kapısını aşındırmaya, yüksek lisans ve doktorayı değerli hale getirmeye kimse itiraz etmeyecektir.
Bu arada, bütün bu tartışmaların gölgesinde kalan, 20. Milli Eğitim Şurası’nın, eğitime yön vermek yerine, bakanlığın mevcut gündeminin değerlendirilmesi çalışmalarına dönüştüğü anlaşılıyor. Bakanlık zaten gündeminde olan okul öncesi, mesleki eğitim ve öğretmenlerin mesleki gelişimi konularındaki çalışmalarının, şûrada da kabul gördüğünü söyleyerek, öngörüsünün ne denli yüksek olduğunu söyleyebilir.
Öğretmenlik Meslek Kanunu’nu önemsiyoruz. Şura’nın, rutin gündemin ötesinde eğitime yön verebilme şansının değerlendirilemediğini ve 21. Şura’yı yedi yıl bekleme lüksümüzün olmadığını bugünden belirterek, uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik düzenlemesinin kamuoyunun katkısına acilen açılmasının, çıkarılacak kanun kadar önemli olduğunu yetkililere hatırlatmış olalım. Bunun yolu da kanun taslağının paylaşılmasıyla mümkün olacaktır.