Kasım ayında TBMM'nin gündemine gelecek olan başkanlık sistemi, burada 330 ve üzeri bir oyla kabul görürse halkın onayına gidecek. Muhtemelen nisan ayında gerçekleştirilecek olan bir referandumla Türkiye başkanlık sistemine geçecek.
Peki nedir bu başkanlık sistemi? Parlamenter sistemle arasındaki fark nedir? Bütün yetkiler başkanda mı olacak? Bu ve buna benzer bir çok sorunun cevabını bulabilmek için bu konuda alanında uzman ve son aylarda başkanlık sistemi üzerine çeşitli araştırmalar yapan AK Parti İstabu lBüyükşehir Belediye Meclis Üyesi Av.Murat Türk Yılmaz ile bir ropörtaj gerçekleştirdik.
Başkanlık Sistemi tartışmaları ülke gündemini epeyce meşgul etmeye başladı, bu konuda ne düşünüyorsunuz ?
AK Parti hükümetlerine baktığımızda reformist ve yenilikçi bir hareket olduğunu görüyoruz. AK Parti, statükoya dayalı bir iktidar biçimini değil, yenilikçi ve dinamik bir karakteri her zaman ön planda tutmuş bir parti. Bu durum, muhafazakâr bir parti olmasıyla çelişkili gibi görünebilir, fakat burada AK Parti’nin ‘muhafaza’ ettiği şeyin bir taassuba değil; bu ülkenin harcı ve mayası olan milli ve manevi değerlere işaret ettiğini söylememiz gerekir. AK Parti, pergel teorisinde olduğu gibi temel ve değişmez prensiplerine ayağını sağlam basarak, diğer ayağıyla da tüm dünyanın mazlum ve mağdur coğrafyalarında ‘ben de varım!’ diyen bir misyonun taşıyıcısı. Kendini sürekli yenileyen, dünyayı yakından takip eden, sürekli tekâmül derdinde olan bir partinin, Türkiye’nin en temel meselelerinden biri olan hükümet sistemi arayışlarına kayıtsız kalmasını beklemek, onun reformist doğasına aykırı olurdu. Bu sebeple AK Parti, adeta ateşten bir gömlek olan sistem tartışmalarını, bugüne kadar birçok yakıcı meselede göstermiş olduğu gözü karalıkla yine kendisine dert edinmiş görünmektedir, bu gayreti bir toplumsal mühendislik gayreti olarak değerlendirmek yanlış olur, sistem değişikliğine milletin de sıcak baktığını ve sahip çıktığını görüyoruz.
Aslına bakarsanız Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sadece Cumhurbaşkanı seçilmedi; halk iradesi , üstü kapalı da olsa yeni bir sistemin de kapısını aralamış oldu ve değişim sürecini başlattı.
Başkanlık sisteminin zamanlama olarak doğru bir konjonktürde gündeme getirilmediği yönünde eleştiriler var, ne dersiniz bu konuda?
Bu soruyu soranların Türkiye gerçeklerini, özellikle yakın zamanda yaşananları doğru okuyamadıklarını ya da kendi siyasi pozisyonlarını tahkim etmek adına bu türden argümanları kullanmak zorunda kaldıklarını düşünüyorum. Türkiye; çok büyük siyasi, ekonomik ve beka riskleri taşıyan talihsiz olaylar yaşadı. Bu olaylar karşısında gösterilen direnç ve başarının yegane sebebi, milletin kendisini bulduğu, kendisiyle özdeşleştirdiği bir siyasi iktidarın iş başında olmasıdır. Türkiye’de son 15 yıldır, millet hem iktidardır hem de muktedir. Bu soylu mücadelenin taçlanması ve yaşananlara sebebiyet veren siyasi, bürokratik, askeri, adli ve toplumsal zafiyetlerin giderilmesi adına, hükümet sisteminde bir reform ihtiyacı ortadadır.
AK Parti, bugüne kadar kendisine verili bir sistem içerisinde kalarak, risk alarak, parti kapatmaları göze alarak, küresel güç odaklarının meydan okumalarını hiçe sayarak, hak bildiğini, bu millet için doğru bulduğu her projeyi harekete geçirmek konusunda cesur ve kararlı adımlar atmıştır. 2000’li yılların öncesinde de Türkiye’de, aynı siyasal sistem çerçevesinde siyasi iktidarlar iş başındaydı, fakat AK Parti iktidarlarıyla mukayese dahi edilemeyecek kötü performanslar ortaya koydular.
AK Parti’yi diğerlerinden ayıran şey; sistemin tıkandığı alanlarda, sorunları kabullenmek yerine kimi zaman değiştirmeyi, kimi zaman da fiili olarak sorunları çözmeyi tercih etmiş olmasıdır. Bu yolculukta AK Parti, adına Yeni Türkiye dediği büyük bir dönüşüm idealini de her zaman yedeğinde tutarak yoluna devam etti. Yaşadığımız adli ve fiili darbe girişimleri sonrasında artık bu ideal, bir tercih değil bir zaruret olarak önümüzde durmaktadır.
Başkanlık Sistemi Türkiye’ye en çok ne kazandıracaktır?
Şöyle düşünün; ayaklarınıza 50 kilo ağırlık bağlamışlar, diğer atletlerde ise böyle bir ağırlık yok, koşmanızı ve yarışmanızı istiyorlar. Bu koşu adil değil, başarmanız da çok zor. AK Parti bürokratik, idari, ekonomik, vesayetçi birçok ağırlıkla, yıllardır çok başarılı bir maraton koşusu yapıyor, ağırlıklarına rağmen elde ettiği başarı, tüm dünyada takdir görüyor. Ama artık ağırlıklardan kurtulmamız ve depara kalkmamız gereken küresel bir kriz ikliminde yaşıyoruz. Bundan böyle, bugüne kadar yüklendiğimiz ağırlıklara ilave olarak, bir takım küresel engeller de karşımıza çıkacak, bugüne kadar sürdürdüğümüz düz koşuyu bundan sonra bir de engelli olarak koşmak elbette istemeyiz. Bu sebeple AK Parti misyonunun bugüne kadar salimen getirdiği Türkiye’nin, anayasal bir dönüşümle sıçrama yapması ve küresel oyunculardan biri olarak 2023 hedeflerine ağırlıklardan kurtulmuş olarak koşması gerekiyor. Aksi halde bugüne kadar elde edilen tüm kazanımların, emeklerin zayi olması riski söz konusu, kıldan ince kılıçtan keskin bir siyasi konjonktür yaşıyoruz, tüm siyasi ön yargılardan ve bagajlardan kurtularak, millet olarak, Türkiye ortak paydasında yeni bir anayasa ile Yeni Türkiye’yi hep birlikte inşa etmekten başka bir çıkış yolu görmüyorum.
Başkanlık Sistemi’nin ülkeyi böleceği, diktatörlüğe sebep olacağı, demokrasinin kaybedeceğini iddia edenler için ne dersiniz?
Türkiye de maalesef siyasi meseleler; etiketler, mevziler, pozisyonlar üzerinden nefret ya da muhabbet duyguları üzerinden tartışılır. Hayati meselelerde dahi bir vasat zemininde yürümez tartışmalarımız, bu sebeple de tezlerimiz daha çok duygusaldır, rasyonellikten uzaktır. Bahsettiğiniz argümanlar üzerinden yapılan tartışmaları uzun süredir izliyorum, akademik dünyaya yakın birkaç yazar dışında, meselenin ya toptan reddiye ya da mutlak kabuller üzerinden yürüdüğünü görüyoruz. Başkanlık sistemi federal sistemi getirecek ve üniter yapıyı tehlikeye sokacak, tek adam yönetimiyle demokrasi darbe yiyecek, cumhuriyetin kazanımlarını kaybedeceğiz türünden birçok hamasi manşetin atıldığını görüyoruz, bir siyaset bilimi öğrencisi bile bu argümanların anlamsızlığını rahatlıkla tespit edebilir.
Çok basit cevaplar verilebilir bu kaygılara; devletin siyasal çerçevesi başka hükümet sistemi başka bir şeydir, üniter ya da federal bir yapı ile hükümet sistemi arasında doğrudan bir ilişki söz konusu değildir. Örneğin; Almanya federal bir yapıya sahip olmasına karşın başkanlık değil parlamenter sistemle yönetilmektedir. Bu durumda, bir ülkenin başkanlık sistemine sahip olması halinde federal sisteme de geçmesi gerektiğini söyleyemeyiz.
Tek adamlık konusuna gelince, başkanlık sisteminde ki güçlü yürütme vurgusundan birileri tek adamlığı anlamaktadır yada öyle anlamak istemektedir. Dünyanın en güçlü siyasi figürlerinden olan Obama’nın bile başkanlık sisteminde hükümet ederken yaşadığı sıkıntılar ilgililerinin malumudur, ABD devlet başkanı zaman zaman büyükelçi bile atayamayacak kadar güçsüzleşebilmektedir. Şuanda Türkiye’de ki hükümet sistemine bakıldığında, Sayın Cumhurbaşkanımızın başkanlık sisteminde ki yetkilerden çok daha fazlasını rahatlıkla kullanabildiğini söyleyebiliriz, niyet eğer tek adamlık sistemiyse, mevcut sistem bu amaç için çok daha geniş imkanlar sunmaktadır.
Demokrasiye ilişkin kaygılara gelince, dünyada hükümet sistemleri ile demokratik gelişmişlik arasında bir ilişki olduğunda dair bazı ampirik araştırmalar olsa da bu veriler demokratik performans ile hükümet sistemi arasında güçlü bir ilişki olduğunu ortaya koymaz. Demokratik başarı, bir devletin tüm kurum ve kurallarıyla, sivil toplumuyla bir bütün olarak değerlendirilerek ancak tespit edilebilir. Sadece hükümet sistemi değil, seçim sistemleri, bürokrasi, ekonomik refah, toplumsal alanda demokratik kültürün geldiği seviye, medya ve STK’ların gücü gibi birçok faktöre bağlı olarak demokratik duyarlılıklar değişkenlik gösterir. Bu sebeple hükümet sistemleri ile demokrasi arasında doğrudan bir ilişki kurmak doğru bir yaklaşım değildir, eğer bu yaklaşımı tutarlı kabul edecek olursak bugüne kadar birçok darbe yaşamış ülkemizden yola çıkarak, parlamenter sistemin darbelere sebebiyet veren antidemokratik bir sistem olduğunu söylemiş oluruz ki bu tespit asla doğru değildir. Her ülkenin kendi siyasal, sosyoekonomik ve kültürel şartlarına göre hükümet sistemleri farklı resimler ortaya koyabilir, hükümet sistemlerini bu faktörlerden bağımsız olarak değerlendirmek hatalı bir yaklaşımdır. Ki bugüne kadar AK Parti hükümetleri Cumhuriyet tarihi boyunca en demokratik uygulamaların ve anayasal değişikliklerin sürükleyicisi olmuş ve rüştünü ispat etmiş bir partidir.
Mesele tartışılırken konunun siyasi ve teknik boyutları birbirine karıştırıldığı için, ortada ciddi bir bilgi kirliliği söz konusu, elbette bu kirliliğin ‘Eski Türkiye’ sevdalıları için çok kullanışlı bir ortam oluşturduğunu da söylemek zorundayım. Meselenin sağlıklı bir zeminde tartışılması için; ön yargıların değil bilimsel verilerin ve ihtiyaçların ışığında değerlendirmeler yapmak zorundayız. Bu süreçte, hesapsız, samimi, politik menfaatleri değil ülkenin siyasal ihtiyaçlarını önceleyen bilimsel eleştirilere ve önerilere saygı duyulmalı ve kaygılar mutlaka dikkate alınmalıdır. Türkiye’de hükümet sisteminin değişmesi gerektiği fikri artık genel kabul noktasına gelmiştir, bu değişimin “nasıl” gerçekleştirileceği konusunda sivil toplumun, akademinin ve düşünce adamlarının mutlaka desteğine ihtiyacımız var.
Türkiye’de ki mevcut parlamenter sistemin işleyişini nasıl değerlendiriyorsunu
Aslında Türkiye’de demokratik parlamenter sistem değil de seçkinlerin iktidarını temin eden bir parlamenter sistemden söz etsek daha doğru olur. AK Parti sistemi, olabildiğince demokratikleştirmeye çalıştı, fakat adeta yamalı bohçaya dönüşen bu sistemle günümüz şartlarında, hızlı ve etkin karar alma mekanizmalarının işlerlik kazandığı yeni kamu yönetimini gerçekleştirmek gerçekten çok zor. Bu zorluğu biraz olsun hafifletmek adına Cumhurbaşkanının seçimle iş başına gelmesi usulü benimsendi, fakat sistem bu defa da “parlamenter” karakterinden iyice uzaklaşmış, başkanlık ile yarı başkanlık sistemi arasında melez bir sisteme evrilmiş oldu. Bu fiili ve ikircikli durumun anayasal çerçevede bir an evvel çözümlenmesi gerekmektedir. Sayın Cumhurbaşkanımızın güçlü liderliği ve uyumlu hükümet sayesinde şuan ki cari sistemimiz sorunsuz bir şekilde işliyor, fakat belirsizliğin giderilmesi ve sistemin adının net olarak konması bakımından, referandum sürecinin ve anayasal değişikliklerin ivedilikle gündeme alınması ve neticelendirilmesi gerekiyor. Böylece, güçlü liderlik ile güçlü icra yetkileri uyumlu hale getirilmiş ve Türkiye’nin çok daha hızlı büyümesinin ve güçlenmesinin önündeki engeller kaldırılmış olacaktır.
Bu bir restorasyon asla olmamalıdır, kanser hücrelerinin sardığı bir sistemi ayakta tutmak için enerjimizi harcamak yerine, ülkenin büyüyen cesametine ve ivmesine uygun bir başkanlık sistemi ile demokratik kesintilerin artık tarihte sadece birer ibret vesikası olarak kaldığı, demokratik, etkin ve dinamik bir hükümet sistemini gelecek nesillere armağan etmeliyiz.
Bu ülke, kuvvetlerin kendi görev alanlarında etkinleştiği, denge ve denetim mekanizmalarıyla kuvvetler arasında ki iş birliğinin ve demokratik çoğulculuğun hâkim olduğu bir başkanlık modelini fazlasıyla hak etmektedir. Dünyada ki başkanlık sistemi tecrübeleri bize bu konuda oldukça zengin bir beslenme imkânı sunuyor, Dünya’nın en iyi hükümet sistemini ülkemizde hayata geçirebiliriz, yeter ki kendimize güvenelim ve komplekslerimizden bir an evvel kurtulmayı başaralım. ‘Türk tipi…’ ifadesinden bile rahatsızlık duyanların özgüven problemlerini ciddiye almamalıyız, bu anlayışın geçmişte milletimize ne kadar ağır bedeller ödettiğini hep birlikte gördük, tarihin tekerrür etmesini istemiyorsak; yeni, özgün, demokratik, güçlü bir anayasal mimari inşa etmek ve başkanlık sistemi gibi güçlü yürütmeyi esas alan bir hükümet modelini kurgulamak zorundayız.
Sizce referandum başarılı sonuçlanır mı?
Lafı uzatmadan, sorunuzu hatta bir adım ileri taşıyarak cevaplandırmış olayım;
Allah’ın izni ve milletimizin teveccühü ile Recep Tayyib Erdoğan Türkiye’nin ilk BAŞKANI olacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.