Türkiye’de yaşamamıza rağmen özellikle turistik ve antik şehir tabelalarında hem de kahverengiyle vurgulayarak günlük hayatta kullanılan isimleri değil, tarihteki isimlerini yazıyoruz.
Korkarım İzmir’e Smyrna, Edirne’ye Adrianoupolis, Pamukkale’ye Hierapolis yazmaya devam edersek artık İstanbul'un yanına da parantez içinde Constantinopolis yazmamız gerekecek.
Turistlere tarihi yerleri anlatırken tarihçesini verelim, hangi tarihte, hangi ismi almış öğrensinler ama aslolan bugünkü ismi olmalı mutlaka. Bu tabelaları her gördüğümde düşünüyorum; bu gayret ve zahmet ne için? Neyi ispat etmek için
uğraşıyoruz?
Balkanlardaki birçok ülkeyi gezdim. Ne Yunanistan, ne Bulgaristan, ne Sırbistan ne de diğerleri hiçbir yerde şehirlerin bizdeki gibi tabelalarda eski Türkçe isimlerini görmedim.
Farkında değiliz ama bu şekilde aslında biz elin Japon’una, Çinlisine, Amerikalısına, Arjantinlisine kısaca her milletten insana buralara sonradan geldik, buraları sonradan işgal ettik, buraların asıl sahibi biz değil Grekler ya da Romalılar diyoruz. Üstelik kahverengi tabelayla bunu vurgulayarak altını çiziyoruz. Kısaca eşeğin aklına karpuz kabuğu getiriyoruz.
Aynı süreç şuan Ayasofya için yaşanıyor.
Ayasofya hiç uzatmadan, konuşulmadan Camiye çevrilmelidir. Ecdat ahirette hesap sorar.
Çünkü konuştukça, tartıştıkça bu işin içine UNESCO’ su, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletleri girer “Bu dünya mirasıdır, bize sormadan Cami yapamazsınız!” der.
Yunanistan bir tane bile Cami, minare bırakmamışken tutar bize söz söyler. Bilmez ki Rum’u, Ermeni’si, Süryani’si, Katolik’ i, Protestan’ı, Yahudi’si bu topraklarda özgürce ibadet eder, kiliselerine gider,
papaz okullarına çocuklarını gönderir.
Bu demokrasi ne güzel bir icatmış. İstediğini görmezden gel istemediğine raporlar yayınla kanunu, yönetmeliği dayat.
Batı özellikle Hristiyanlık söz konusu olduğunda bir bütündür. Bir nevi Düşman kardeşler birliğidir.
Dışarıya, yâni bize karşı daima müttefik, kendi içinde kavgalı ve bölünmüş.
Cemil Meriç batıyı şöyle tarif eder: “Avrupa materyalizmine rağmen Hıristiyan'dır. Hıristiyanlık Doğu ismi anılır anılmaz şahlanıverir. İşçisi de, Marksist’i de, Hıristiyan'dır hep Avrupalının. Durup dururken Hıristiyan değildir belki. Ama Hıristiyan bir devletle Müslüman bir devlet arasında bir tercih yapmak gerekince saf kan Hıristiyan'dır. Biz Müslüman olduğundan, Doğulu olduğundan, Türk olduğundan utanan şuursuz bir yığın haline geldik."
Ayasofya bir semboldür. Bizim için Fethin, Ortodokslar için tarihten kaynaklanan bütün iddiaların ve mirasın sembolü. Yunanistan için ise, mutlaka hortlatılması gereken Bizans'ın sembolü.
Dönemin BBP İstanbul İl Başkanı Bayram Karacan anlatıyor: “15 Ağustos 2010 tarihinde ülkemizde yaşayan Hristiyan Ortodoks cemaatine, tarihi Sümela Manastırı'nda ayin yapılması için Kültür Bakanlığı tarafından özel izin verilmişti. Biz de Türkiye'de yaşayan Müslüman Türkler olarak, statüsü Sümela Manastırı ile aynı olan müze ve ören yerleri kanuna tabi olan Ayasofya Cami’sinde Ramazan Bayramı namazını kılmak için bir dilekçe ile İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne müracaat etmiştik. Ramazan Bayramı süresine kadar bekledik herhangi bir cevap gelmedi.”
Necip Fazıl’ın şu dizeleri akla gelmez mi hiç? “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!”, Üstat Ayasofya için; “Yalnız mânayı anlasak, yalnız onu yerine getirebilsek, Ayasofya’nın kapıları sabır taşı gibi çatlar, kendi kendisine açılır. İsterse açılmasın; ondan sonra her şey, küçük bir tatbikat işinden ibaret kalır” demişti.
İşte, bekledikçe tartışmalar, protestolar artacak, politikaya alet edildiği söylenecek.
Kılıç hakkımızı elimizle tartışmaya açıyoruz. Amasız, fakatsız, derhal kimseden izin alınmadan ibadete açılmalı ve tartışmalar artık son bulmalıdır.
Müslüman Türkler olarak madem yenidünya düzeni içinde yer alacağız o halde Türkiye’nin yenidünya düzeninde ilk icraatı Ayasofya’yı yeniden ibadete açmak olmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.