“Eğer bir gün dünya tek bir ülke olursa, şüphesiz ki başkenti Konstantinopolis (İstanbul) olurdu.“ (Napoleon Bonaparte)
İki kıtayı birleştiren tek şehir olan İstanbul; Roma İmparatorluğu, Latin İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğuna başkentlik yapmasıyla bilinir. Ve bu kadim şehrin semboludür Ayasofya. Öyle ki Doğu Roma İmparatoru tarafından yapılan hükümdarların taç giydiği, piramitler dışında en büyük yapı ve mimari eser kabul edilen dünyaca üne sahip Ortadoks Kilisesiydi.
***
Ayasofya (Hagia Sophia); mimari yapısında manevi ve politik mesajları barındırmaktadır. Binanın dikdörtgen olmasının sebebi Süleyman Mabedi’nın de dikdörtgen olmasından kaynaklı politik anlayıştır. Süleyman Mabedi’nin planında olduğu gibi yine üç bölümden oluşuyordu.
Kubbenin yuvarlak olan görüntüsü, sembol kaynağı Süleyman Mabedi’ndeki inanca göre sonsuzluk ve ölümsüzlüğü temsil etmektedir. Kudus’teki Süleyman Mabedi Tanrı’nın kulları ile bir arada yaşadığı, yerin gök ile birleştiği yer olarak inanılır. Aynı inanış yeryüzüde işlenen ilk günah sonrası Rab ile kul ve gök ile yerin ayrıldığını söyler. Matta 6:10’da şöyle yazar: “Egemenliğin gelsin. Gökte olduğu gibi yeryüzünde de senin isteğin olsun.”. Dolayısı ile Ayasofya Yer ve göğü birleştiren tek yapı olması nedeniyle dini manada önemli sembol değeri taşıyan yegane yerdir.
***
4. Haçlı Seferleri esnasında Venedik Cumhuriyeti komutasındaki Katolik Haçlılar Latin istilası olarak da tanınan 1204-1261 yıllarında Ayasofya’yı yağmalamış Roma Katolik kilisesi’ne bağlı bir Katedrale dönüştürmüştü.
1453 Yılına gelindiğinde 632 yılnda İslam Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (sav)’ın "İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.” övgüsüne mazhar olan Sultan Mehmed 21 yaşında İstanbul’u feth etmiştir. Böylece 1000 yıllık Doğu Roma İmparatorluğu tarihe karışmış, Orta Çağdan, Yeni Çağ’a geçilmişti. Anadolu’nun kapıları Türklere açılarak, yaklaşık üç asırdır islamiyeti Asya’dan uzak tutma savaşlarına karşı galip gelinmişti.
***
Dönemin asırlık geleneğine göre feth edilen yerdeki en büyük mabed Cami’ye çevrilirdi . Ebû'l-Feth’de harap bir kilise halindeki Ayasofya’yı temizlenerek, ilk minareyi inşaa ettirir. Hoca Akşemseddin’in Cuma hutbesi okumasıyla ilk Cuma namazı da kılınır. Böylece Fethin sembolu olarak Ayasofya Camii’ye dönüşür.
1 Haziran 1453’te Fatih Sultan Ayasofya’nın ilelebet bir cami olarak kalması için burayı vakfetmiş, giderleri için çarşı, han, hamam, dükkanlardan pay ayırmıştı. Vakfıyenin ilerde değiştirilme teşebbüsüne karşı; ... Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın... diye de senet yazdırır.
*** Ve bugün...
İstanbul’un Fethi'nin 567. yılında kutsal emanetlerin muhafaza edildiği ve günümüzde müze olarak kullanılan “Ayasofya Cami’de yeniden Fetih Suresi” okunması kimilerini çok fazla çıldırttı. Nedeni anlaşılmaya mukabildir. Öyle ki onlarda biliyorlar, gün gelecek batıl hakka yenilecek, çesıtlı sebeblerle müminlere iltihaklar zuhur edecek ve İstanbul yeniden feth edelicektir. Üç Semavi din için de kıymeti harbiyesi paha biçilmeyen Ayasofya Cami’de yeniden cuma namazı kılınacak, İslam yine batıla galip gelecektir. Belkide gün yakındır. Belki yarın, belki yarından da yakın...
“Ve sana Allah, şanlı bir zaferle yardım eder.” Fetih Suresi / 3