Çocuklarına Yılmaz, Aslan, Yiğit, Şeref, Harika, Eylem, Savaş, Devrim gibi adlar koyup sonra bu isimlerin içerdiği anlamı, çocuklarının davranışlarında -hem de yüksek enerji düzeyinde- görmek isteyen ebeveynler var. Ne diyelim, insaf dinin yarısıdır.
PKK, her ne kadar 'Kürdistan İşçi Partisi' adını seçmiş olsa da ortaya koyduğu performans itibariyle bedelini ödeyen herkese küresel ölçekte terör hizmeti sunan, taşeron bir örgüt olduğu gerçeğini kimseden saklamıyor... Para kazanmanın kırk türlü yolu var...
Belki argo anlamda amele örgütü ama asla işçi partisi olmadı, olamaz. Örgüt, öyle bir psikolojik zemin yarattı ki, tövbe edip nedamet getirse bile bölgede işçi sınıfının yükselişini en az yirmi yıl ertelenmiş durumda...
IŞİD'de öyle... Irak Şam İslam Devleti. Kelimelere telif mi ödeniyor? Irak'ın, Şam'ın, İslam'ın hatta Devlet'in haberi, ilgisi ve rızası olmaksızın bir araya getirilmesiyle formüle edilen bir isim. Tarihsel kökü yok ki gerçek anlamda bir sosyolojisi olsun, ezikler topluluğu... Nereden bakarsanız, bildiğiniz terör örgütü, ancak batı kafası işte! adını 'devlet' koyarak kendini 'kendince' garantiye almış. Bu hamle ile vergi vermeyip haklarında sevgi beslemeseniz de nezaketen serseri olduklarını hatırlatmayacağınızı umuyorlar. Yerseniz...Hadi oradan.
Sömürgecilerin toplumları 'özgürleştirdiği' iddiaları ne kadar gerçekse gezi kalkışmasının 'ağaçları korumak' amacından neşet ettiği iddiası da o derece gerçek... Tevfik Fikret, "Kanun diye, kanun diye, kanun tepelendi" derken farklı bir şey mi anlatmak istiyor? "Hürriyet, Adalet, Müsavat" mottosu tanıdık geldi mi? Bugünden geriye bakınca devleti tahkim etme görüntüsü altında çökerttiği görülüyor, İttihatçıların.
Bütün bu örnekler, söylemin yalnızca bir iddia (temenni) olduğunu ortaya koyuyor. Geçmişin performansı ile desteklenmeyen ya da çelişen söylemlere itibar edip, tutarlılık aramadan fırsatçıya kredi açanların, masum olmadıklarını, zalimi motive ettikleri bilgisini öncelikle bir temize çekelim.
Kendi adını kendin koy!
Bu 'adını koymanın' adını inşa etmeyle bir ilgisi olduğunu Dede Korkut hikayelerinden biliyoruz. Kadim gelenek, bu durumu lakap üzerinden sürdüregelmiş olsa da popüler kültürün egemen olması ile "nerelisin?" sorusunun işlevini yitirmesi gibi zaman içinde lakaplar, tespit'le tahkir arasında gidip gelmeye dolayısı ile toplumsal işlevini yitirmeye başlıyor.
Adalet Yürüyüşünde de benzer bir algı yönetimini görüyorum. Bir eylemin adı, onu yapanlar ile içerdiği anlam arasında uyum olmalı. Uzun bir yürüyüşten maksat, kitle katılımını kartopu gibi çoğaltmak beklentisidir. Skor yapıp haklılık ispatlayacaklar.
Vatana ihanetle yargılanan bir şüphelinin tutuklanması üzerine başlayan bu eylemle aslında neye davet ediyorsunuz insanları? Neden gelip aranıza katılsınlar? Nitekim, siyasaten yeniden ve yeniden sizinle bağ kuranlar, 'körler sağırlar birbirini ağırlar' modunda köpüren bir hacimle kendini olduğundan çok gösterme iddiasında. Niteliğine dair içi dolu bir pratik yok.
Her sabah yapılan basın toplantısında, barışçıl ama işlevsiz hatta zalime yarayacak bir söylemle etrafına gül dağıtmak.
Büyük hoca Jung, "Her psikolojik aşırılık gizliden gizliye kendi karşıtını içinde taşır veya karşıtıyla yakın ve asli bir ilişki içindedir." derken makul ve mutedil olmamızı öneriyor. Bu yürüyüşte çokça gördüğümüz aşırı ve abartılı tepkiler, kişisel alanda var olan bir sapmayı gizleme gayretini gösteren ip uçlarıdır.
Bu yürüyüş, kanaatimce; ceza davasındaki asıl faili gizleme, parti içinde iktidarı tahkim etme, Erdoğan ve hükümet karşıtı cepheyi konsolide etme amacına matuftur.
Adalet'in, ikinci sınıf bir siyasetçinin kişisel ve kurumsal hedeflerine ulaşmak için kirletebileceği bir araç olmasına izin vermeyecek, bu çabalara itibar etmeyeceğiz.
O zaman bu akıl dışılıkla mücadelenin en etkili aracı olan mizahın önünü açmak gerekiyor :
-Biri Atalet yürüyüşü mü dedi?
-Ada Led Yürüyüşü, AkParti'nin ampulün karşı mı tasarlanmış?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.