Dünkü yazımdan sonra değişik tepkiler aldım. Olumluları bir kenara bırakırsak, genelde “Ne işin var siyasetle?”ya da “Çok ayrıntıya girmişsin” babında yapıcı eleştiriler aldım. Oysaki İhsan Fazlıoğlu hocamız geçen ay Pendik’te verdiği bir konferansta “Her milletin doğal yeri tarihidir. Bir milletin doğal yerini bulması, o milletin özünün gürleşmesini, özgürleşmesini sağlar. Bu nedenle her millet eğitim ve terbiye sistemini doğal yerini verecek bir biçimde organize etmelidir. Aksi takdirde, millet yapay yerde yapaylaşır; bir süre sonra da iç-çatışmaya yuvarlanır. “ demişti. Bizler derdi olan insanlarız. Bu ülkeyi, bu gençliği, eğitim sistemini, 28 Şubat’ı, 15 Temmuz’u dert edinmişiz. Şayet biraz olsun yazma noktasında yeteneğim varsa ilmimin zekâtını vermek zorundayım. İşte tam da bu yüzden nerede kalmıştık?
Susurluk Kazası ile birlikte kimi devlet kurumlarının ve yasal görevli kişilerin yasadışı gruplarla ve aranmakta olan kimi isimlerle işbirliği yaptığının ortaya çıkması üzerine Sürekli Aydınlık İçin Yurttaş Girişimi, mafya ile ilişkisi olan milletvekilleri yargı önüne çıkana kadar tüm yurttaşları her akşam saat 21:00' de evlerindeki ışıkları bir dakikalığına kapatmaya çağırdı. Eylem kimi medya kuruluşlarının da desteğiyle kitle gösterilerine dönüştü. “ 1 dakika karanlık eylemi” hak, hukuk, demokrasi, özgürlük, zulme karşı mücadele söylemleriyle iktidara karşı düzenlenmişti amaç “siyasal İslam = karanlık” önermesi vatandaşın zihinlerine kodlamaktı.
28 Şubat döneminde adı irticanın merkezi olarak takdim edilen İstanbul’un Sultanbeyli İlçesinde, 11 Ocak 1997 tarihinde, dönemin 2’nci Zırhlı Tugay Komutanlığı tarafından, Belediyeden onay alınmaksızın, ilçe meydanına “Atatürk Anıtı” yaptırılması uzun süre kamuoyunu meşgul etmiştir. Kasım 2012 tarihinde ifade veren dönemin Sultanbeyli Belediye Başkanı Nabi Koçak’ın; “Meydana fiber Atatürk büstü diktikleri, amaçlarının büstü yaktırıp suçu Müslümanların üzerine yıkmak olduğu, heykel yakılmasın diye 15 gün boyunca başında nöbet tutturduğu, sonra fiber heykel yerine tunç olanını diktikleri” şeklindeki ifadeleri basına yansımıştı.(arena gazetesi/ 3 Aralık 2012)
Sincan’da düzenlenen Kudüs Günü etkinliği 28 Şubat sürecinin en tartışmalı hadiselerinden birisini teşkil etmiştir.4 Şubat 1997 günü Sincanlılar tank sesleri ile uyandı. Tanklar, ağır ağır Sincan’ın merkezine doğru ilerliyordu. Bu olay Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir tarafından “Demokrasiye balans ayarı yapıldı” şeklinde değerlendirilmiştir.
Özellikle 28 Şubat sürecinde Yabancı Ülkelerin, 28 Şubat 1997 MGK Kararları sonrasında ciddi bir açıklama yapmadıkları ya da tarihi MGK kararları hakkında bir eleştiride bulunmamaları 28 Şubat sürecini açıkça desteklediklerinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir.
Genelkurmay karargâhında irtica brifinglerine katılan yüksek mahkeme temsilcileri, DGM’nin (Devlet Güvenlik Mahkemeleri) mevcut yürürlükte olan hukuk kurallarının dışına çıkarak karar vermeleri devletin kurum ve kuruluşlarının darbelere olan bakışını bizlere göstermektedir. Birtakım sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra basın-yayın kuruluşlarının, üniversitelerin, sendikaların, sermaye çevrelerinin, sivil bürokrasinin, yargı mensuplarının desteği alınarak, 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısında alınan kararlar hükümete dayatılmış, koalisyon ortağı parti milletvekillerinin baskı, tehdit, şantaj ve ikbal vaadiyle istifa ettirildikleri öne sürülmüş, sonuç olarak seçilmiş bir hükümet işlevsiz hale getirilerek, istifaya zorlanmıştır.
28 Şubat 1997 günü 9 saat süren MGK toplantısının ardından yayımlanan 18 maddelik bildiriyle, başta inanç ve ibadet özgürlüğü, basın özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü, kılık kıyafet özgürlüğü, eğitim özgürlüğü, vb. konulara yönelik tartışmalar kamuoyunun gündemine oturmuştur.
Başbakan Necmettin Erbakan, 18 maddelik bildiriyi hemen imzalamadı. “Biraz daha üstünde çalışalım” dedi ve toplantı salonundan çıktı. Buna rağmen MGK Basın bildirisi medyada dağıldı.
“Askeri Yetkililer: “Baraj Kapağı Açıldı, Sular Akıyor, Geriye Dönüş Yok” dedi. (5 Mart 1997 Gözcü).
MGK Genel Sekreterliği beklenmedik bir açıklama yaptı; “Kararlar uygulanmaz ise yaptırımlar gelir” dedi.
Deniz Baykal, “Hükümetin istifa etmemesi halinde ülkede çatışma çıkacağını” öne sürdü.
DİSK Genel Başkanı Rıdvan Budak; “Ya asker gelecek, ya irtica. Ne 12 Mart’ta, ne 12 Eylül’de bu kadar açık görünmüyordu. Daha ne duruyorlar…” dedi.
Odalar Birliği, DİSK, TÜRK-İŞ, TESK ve TİSK arasında hükümete karşı bir oluşum olarak bir dönüm noktasını ifade etmektedir.
Gazeteci Murat Yetkin’in ifadesine göre; “MGK’da kararlar iletildikten sonraki hedef olan Başbakanın anayasal zeminden çıkmadan hükümetten düşürülmesi amacına ulaşmak için, her aşamasında Cumhurbaşkanı Demirel’in kontrolünde olan, eşi benzeri görülmemiş, kitle örgütleri, yargı ve medya boyutunun olduğu bir operasyon yürütülmüştür”
28 Şubat karalarının ardından alınan bu kararları fiiliyata dökmek için ve uygulanabilirliğini denetlemek için BÇG (Batı Çalışma Grubu), adı altında illegal bir yapılanma oluşturulmuştur. Bu süreç içerisinde siyasetçi, akademisyen, hukukçu, bürokrat, sendikalar ve sivil toplum kuruluşları başta olmak üzere birçok kişi fişlenme olayları ile yüz yüze kalmıştır.
Genelkurmay 2’nci Başkanı Orgeneral Çevik Bir New York Times’a yaptığı açıklamada: “Hükümetle mücadeleye kesin kararlıyız. Türk Anayasası çerçevesinde hareket ediyoruz. ABD’de ya da İngiltere’de siyasi sistemi savunmak askerin görevi değildir. Ama Türkiye’de bu görev yasayla bize verilmiştir” diyordu
BÇG, gerek sivil ve gerek kamu personelinin dini, siyasi, ailevi yapısı ve dünya görüşü bakımından kategorilere ayrılarak fişlenmiş, bu fişleme sonucu gerek TSK bünyesinde ve gerekse de diğer kamu kuruluşlarında binlerce kişinin görevine son verilip işten çıkarılmış, aileleri ile birlikte on binleri bulan mağdur kitle BÇG’nin faaliyetleri ile zulme uğratılmıştır
EMASYA(Emniyet Asayiş Yardımlaşma Birlikleri) protokolü 7 Temmuz 1997'de İçişleri Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı arasında imzalanmıştır. Toplumda herhangi bir sosyal hareket olduğunda valilikler zor durumda kalırsa, İller Kanunu'na göre, valilikler, askeri birimlerden yardım isteyebilmekle yetkilendirilmiştir. Bunun için de, Silahlı Kuvvetlerde, o askeri birliklerin nasıl hareket edeceğine dair tali bir yapılanma ve planlar oluşturulmuştur.
MGSB, (Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi) 5 yılda bir iç ve dış tehditlere yönelik olarak yenilenmekte ve değiştirilmektedir. Özellikle bu belge dönemin iktidarının eylemlerine ve faaliyetlerine karşı oluşturulmuştur. Medya kuruluşları bu belgeyi “Kırmızı Kitap” olarak nitelemiştir.
16 Ocak 1998 dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer’in yaptığı açıklamayla beklenen son gerçekleşmişti ve iktidar partisi kapatılmıştı. Parti’nin kapatılması yanı sıra birçok milletvekiline de siyasi yasaklar getirilmiştir. Sürecin artık sonuna gelindiği düşünülse de Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu, 28 Şubat sürecinin “Gerekirse bin yıl süreceğini” söylemiştir.
Gençlere 28 Şubat’ta yaşananları anlattık, unutanlara da hızlı bir turla hatırlattık. Yarın 28 Şubat’ın eğitime etkilerini (Başörtüsü yasakları, Meslek liselerine katsayı engeli, 8 yıllık kesintisiz eğitim vb.) yazıp bu yazı dizisini sonlandıracağım…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.