28 Şubat’ın haftasında bu konuya değinmesek olmaz. Ülkedeki her bireyin etkilendiği bu darbenin eğitim sistemimizdeki etkilerini yazmaktı aslında amacım. Ancak hafızamı tazeleyeyim diye biraz araştırma yapınca yazacak o kadar fazla şey vardı ki bunu ancak bir yazı dizisi kurtarır. En başta yaşı genç arkadaşların kronolojik olarak neler olduğunu bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Her ayrıntıyı tüm boyutlarıyla ve karşılaştırmalı olarak yazmalıyım.
Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi tarihi, aynı zamanda bir askeri darbeler tarihidir. Darbeler Türk milletinin neredeyse her on yılda bir kendini tekrar ederek içerisinde yaşadığımız topluma yön vermişlerdir. Türkiye’de, yakın geçmişe kadar, söz konusu darbe süreçleriyle yüzleşilememiş; darbe failleri ve sorumluları ortaya çıkarılamamış ve yargılanamamıştır. Bu nedenle, yapılan her darbe, bir sonraki darbenin tohumlarını ekmiştir. Darbe veya müdahaleler sadece ülkelerin sosyolojisiyle oynamaz, tek tek bireylerin psikolojileri üzerinde yaptığı ağır tahribatlar sonucunda insanları kişiliksizleştirir, bu sayede de tek tip insan modeli ortaya çıkar. Sonuçta darbeler “hegemonyaya rıza gösteren vatandaş üretme” projesidir. Nasıl bir tip insan modeli oluşturulmak istendiğini anlamak için darbelerin hangi sosyal, kültürel ve ekonomik laboratuarda mayalandığının bilinmesi şarttır. Aslında en doğrusu 28 Şubat’ı doğru tanımlamakla başlamak belki de.
Bu süreç aktörlerinden bazılarına göre “demokrasiye balans ayarı” yapmaktır. Bu sayede rayından çıkmakta olan demokrasi, tekrar olması gereken çizgiye çekilmiştir.
Başka bir görüşe göre 28 Şubat süreci “post-modern darbedir”; silahlar konuşmadan askerler siyasete müdahale etmiş, iktidarı değiştirmiş, geleneksel darbe araçlarını kullanmadan aynı sonucu elde etmişlerdir.
“28 Şubat bir Askeri darbeyi önleme hareketidir” diyende var “28 Şubat süreci sivil bir darbedir” diyende.
Benim görüşüme göre ise 28 Şubat dönemi, insanların mimlendiği ve fişlendiği bir dönem olması, Türk Silahlı kuvvetlerin faaliyetleri ve sivil vatandaşlar üzerindeki etkisi, yargı ve bağımsız mahkemeler üzerindeki korku ve sindirme faaliyetlerinin yapılması ve sonucunda ise “Refah-Yol hükümetini devirme işlemi” olarak tanımlanabilir.
Refah-Yol Hükümeti 8 Temmuz 1996 günü güvenoyu almıştır. Güven oylamasının ardından daha bir ay geçmeden dönemin ilk asker-sivil ilişkisinin bir krize dönüşeceği ve bu krizin ciddi sonuçlar doğuracağı anlaşılmıştı. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya’nın bir resepsiyon da meyve suyu değil de alkollü içki servisi istemesi 28 Şubat’ın ilk kıvılcımıdır bence.
Tarihler 6 Eylül 1996’yı gösteriyor. Gerçekleştirilen “Adli Yıl” açılış töreninde Barolar Birliği Başkanı Eralp Özgen “Ülkemiz trafik kazalarını mevlit okutarak ve kurban keserek önlemek isteyen, yağmurun çaresini duada bulan, bütçe açığını karşılamak için Allah’ın nimetlerini kaynak gösteren ve dini politikaya alet eden bir zihniyetle idare edilmektedir” şeklinde olan açıklamalarıyla kıvılcımı yellemeye başlamıştır.
Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı 27 Eylül 1996 günü yaptığı açıklamayla Türkiye’yi Afganistan’a benzetmiştir.
20 Aralık 1996 tarihli Hürriyet Gazetesinde; “Bu Defa İşi Silahsız Kuvvetler Halletsin” manşeti atılmış.
6 Ekim 1996 tarihinde Ankara Kocatepe Camii’nde zikir çekerek “Şeriat İsteriz” şeklinde bağıran sakallı, cüppeli ve asalı Acz-i Mendi görüntüleri, günlerce televizyon ve gazetelerde yayımlanmıştır. Polisin 28 Aralık1996 günü gazeteciler ve kameralar ile beraber bir eve düzenlemiş olduğu baskın sonrasında Acz-i Mendilerin şeyhi ve lideri konumunda bulunan Müslüm Gündüz isimli bir şahsı, Fadime Şahin isimli bir genç kız ile beraber yakalanması sonucu toplumda büyük bir endişe ve korku hâsıl olmuştu. Yaşanan bu baskın olayından sonra Acz-i Mendilerin lideri konumunda bulunan Müslüm Gündüz tutuklanıp cezaevine gönderilirken onun kurbanı olan Fadime Şahin ise Televizyon kanallarını dolaşıyor ve tarikat şeyhlerinin tuzağına nasıl düştüğünü anlatıyordu. Fadime Şahin, İslam dinini öğrenmek için gittiği şeyh Ali Kalkancı tarafından istismara uğramış ve Kalkancı, kendisine sahte dini nikâh kıymış ve bir müddet sonra “Boş ol”! demişti, sonrasında ise içine düştüğü bu durumdan kurtulmak için Acz-i Mendilerin lideri olan Müslüm Gündüz’e gitmiş ve yine onunda kötü tuzağına düşmüştü. İstediği ise kendisine bu kötülükleri yapan din istismarcılarının bir an önce yargılanmaları ve cezalarını çekmeleriydi. Bu olayların 28 Şubat sürecini tetikleyen kurgulanmış olaylar olduğu, Acz-i Mendiler, Fadime Şahin, Ali Kalkancı gibi isimlerin provokasyon amaçlı kullanılmış oldukları yapılan tetkiklerde görülmüştür.
07.08.2008 tarihli www.haber7.com sitesinin “Fadime Telekız, Kalkancı Alkolikti” haberinde kurulan kirli tezgahları, skandalların perde arkası gözler önüne seriliyordu. Senaryoları darbeciler adına Veli Küçük organize ediyordu. 'İhale', Turgut Yağ Sanayi'nin sahibi Turgut Büyükdağ'a verildi. Senaryonun finansörü Turgut Büyükdağ, organizatörleri, Strateji Dergisi'nin Genel Yayın Yönetmeni Ümit Oğuztan, Sisi olarak bilinen transseksüel Seyhan Soylu ve Polis Müdürü Ümit Bavbek'ti. Bütün görüşmeler, Büyükdağ'ın sahibi olduğu, Nişantaşı Akkirmanlı Sokak'taki Strateji Dergisi'nin ofisinde yapılıyordu. Önce işe iki tarikat şeyhi bulunarak başlandı. Birisi, sıra dışı kıyafetleriyle dikkat çeken Aczmendi Tarikatı'nın Lideri Müslüm Gündüz, diğeri de çevresinde 'cinci hoca' olarak tanınan Ali Kalkancı idi. Sıra, tarikat şeyhlerine kadın bulmaya gelmişti. Ümit Oğuztan, Aksaray'da, sonradan Hanedan Restoran olarak değişen pavyonda çalışan Fadime Şahin'i bu iş için ayarladı. Şahin, iddialara göre konsomatrislik yapıyor, Sisi ve Ümit Oğuztan tarafından erkeklere pazarlanıyordu. Ümit Oğuztan ve 'basın danışmanı' Sisi, Fadime Şahin'e büyük paralar vaat ediyorlardı. Fadime Şahin, hemen bir tesettür mağazasına götürüldü ve iki takım tesettür kıyafeti ve renk renk eşarplar alındı. Darbe tezgâhının figüranlarından birisi olarak kamuoyuna sunulmak üzere hazırlanan Ali Kalkancı, ünlü bir işadamının kızı olan Emire Ersoy ile tanıştırıldı. Evlenmeleri için ortam hazırlandı. Ancak ünlü işadamı, işsiz güçsüz ve alkolik biri olarak bilinen Ali Kalkancı'ya kızını vermek istemiyordu. Kalkancı dini konularda eğitime tabi tutuldu, rolü ezberlettirildi. Sonra da hacca gönderildi. Senaryo gereği skandalların patlatılması için toplumun dini duygularının yoğun yaşandığı Ramazan ayı seçilmişti. 29 Aralık 1996 tarihinde, aylardır gazete sayfaları ve televizyon ekranlarında ilginç kıyafet ve bastonlarıyla haberlere konu olan tarikatın lideri ile başka bir tarikatın çevresinde büyük saygı gören liderinin gayri meşru ilişkileri art arda toplumun gözünün önüne seriliyordu. Müslüm Gündüz, bir gazete yazarı olan arkadaşının evinde Fadime Şahin'le basılıyor, ünlü işadamının güzel kızının, bir tarikat şeyhi tarafından nasıl kandırılarak tuzağa düşürüldüğü manşetlere taşınıyordu.
Yarın inşallah 1 dakika karanlık eyleminden bahsedeceğim sağlıcakla kalın…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.